24 Şubat 2012 Cuma

RUM PATRİĞİN ANAYASA UZLAŞMA ALT KOMİSYON ZİYARETİ ve RUM CEMAAT VAKIFLARINDA SON DURUM

Sene 2009 Aralık sonları… Rum Patriği Bartholomeos, Amerikan “CBS Televizyonu”nda yayınlanan “60 Dakika” adlı programdaki şu ifadesi ile Türkiye’de şok etkisi yaratmıştı: “Türkiye’de kendimi çarmıha gerilmiş hissediyorum...”Patrik Bartholomeos, sıkça tekrarladıkları gibi ayrıca şu sözleri de o programda söylemişti: “Biz Müslümanlardan çok önce buralardaydık…” Bu da sıkça tekrarladıkları ve bir gün İstanbul’un yine Konstantinopolis olmasıyla, Bizans’ın yine ihyasıyla özdeşleşen “Megali İdea” ülküsünün, hayalinin tezahürü idi… 

Yıllarca yazdığımız yazılarda maalesef ülkemizdeki azınlık mensuplarının bir kısmında ve burada tümünü kast etmediğimizin de altını çizerek, bizde oluşmamış olan bir olguya vurgu yaptık… Amerika örneğinde olduğu gibi bireylerin evvelâ Amerikalı, sonra kendi etnik yapısını ortaya koyan bir ruhu sergileyemediklerini teessürle belirttik… Sürekli “başkalaştırılma”nın öne konulduğunu ama Türkiye’den önce Yunanistan’ın menfaatlerini koruyan, evvelâ Yunanlı olan bir yapı ile karşı karşıya olunduğunu ve dînî değil siyasi bir yapılanma içinde olunduğunu hep delilleri ile ortaya koyduk ve “olacak” dediğimiz her husus da oldu. 

2010 ve 2011 yılları, Rum Patrikhanesi’nin belki aklına bile getiremeyeceği kadar fazla edinimler, haklar kazanıldığı bir süreç oldu… Ama her aldıklarının ardından “daha” dediler ve sonra da “daha, daha” dediler ki bunu hâlâ sürdürüyorlar…

Aman dedik! “Yeni Anayasa” sürecinde çok dikkat edilmesi gerektiğini ısrarla vurguladık ve bunu bir kez daha şöyle vurguluyoruz: Tek tek irdelendiğinde masum ve hoşgörü çerçevesinde, “ne olur ki?” şeklinde ve hümanist bir bakış açısıyla bakılabilecek edinimleri alt alta yazınca ortaya çıkan tablonun ürkütücü olduğunu sürekli yazdık durduk…

2009 Aralık’ta “…çarmıha gerilmiş hissediyorum...” diyen ses 20 Şubat 2012’de davet edildiği “TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu”nda şöyle dedi:

Yeni anayasanın hepimizin anayasası olmasını istiyoruz. Biz ikinci sınıf vatandaş olmak istemiyoruz. Maalesef bugüne kadar azınlıklara karşı haksızlıklar oldu, haksızlıklara maruz kaldık. Bütün bunlar yavaş yavaş düzeltiliyor, değiştiriliyor, yeni bir Türkiye doğuyor. Ayrımcılık istemiyoruz, eşitlik istiyoruz. (…) bugüne kadar olan haksızlıkların tekrar olmaması için ricada bulunduk…

Gazetecilerin “Yeni anayasa konusunda somut olarak ne istediniz?” sorusuna ise Patrik Bartholomeos şunları söyledi: 

Biz eşitlik istedik. Eğitimde Ruhban Okulu'nun tekrar açılmasını istedik. Din ve vicdan hürriyeti, ibadet özgürlüğü istedik. İbadet ve eğitim alanına devletin yardımlarını istedik. Çünkü şu ana kadar herhangi bir kiliseye ve azınlık okuluna maddi yardımda bulunulmadı devlet tarafından… (…) Bütün hukukçularımızın, yani bütün azınlıkların hukukçularının yardımıyla hazırladığımız bir metin takdim ettik. Bu metinde bütün bu konular mevcuttur…

TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu üyesi MHP Milletvekili Oktay Öztürk’ün “Türk vatandaşlığınızı nasıl tanımlamaktasınız?” sorusuna ise “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, din, mezhep, dil ve etnik köken gözetilmeksizin Türk’tür. Türklük bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir.” dedi.

İşte tam buraya, Rum Patriği Bartholomeos’un eski söylemlerini “bir başkasının mı?” seslendirdiğini sormak ve de “Batı Trakya ile Yunanistan’daki Türkler için hiç bir zaman işlemeyen mütekabiliyet” ile ilgili çok şey de yazmak mümkün…

Rum Cemaat vakıfları ile ilgili çok önemli bir gelişme var! Rum vakıflarının seçimlerinde doğal olarak o bölgede oturan Rum Cemaati mensubu, TC vatandaşı Rumlar oy kullanıyor ve vakıf yönetimini aday olabiliyor... Bu yöntem; alâkasız bir ilçede oturan bir kişinin başka bir ilçedeki yönetime müdahil olamamasını sağlıyor. Şu şekilde düşünülürse ve bu vakıfların asli işlevlerinin, cemaat mensuplarının dînî ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan kilise ve akarlarının ayakta kalmasını sağlamak olduğu hususundan yola çıkılırsa; bir bölgedeki yönetimlerde de o bölge insanlarının söz sahibi olması en doğru olanıdır.

Rum Patrikhanesi ve Yunan Başkonsolosluğu’nun ortak çalışmaları ile Rum Cemaati mensuplarının neredeyse tümünde ve gizli olarak Yunan Pasaportu (da) vardır. Zira Türkiye’nin Yunanistan ile böyle bir “çifte vatandaşlık” anlaşması bulunmuyor. 60 yaş üstü kişilere ise “Yunanistan Sosyal Yardım ve Sosyal Sigorta Bakanlığı” bütçesinden üç ayda bir (Başkonsoloslukta) “1300 Euro” ödeme yapılır. Bu ödemelerin alınması için gerekli olan gizli Yunan pasaportlarının temdidinin ise ancak mahalli kiliselerden alınacak olur yazısı ile mümkün olduğunu önceki makalelerimizde çok kez yazdık. Patrikhane ve tabi de Yunanistan Muhalif sevmiyor... Pasaportun aidiyeti ve Avroların cazibesi…

Peki, muhalif cemaat mensupları ve vakıf yönetimi var mı? Birkaç muhalif vakıf arasında olan, “Balıklı Rum Hastanesi Vakfı” çok sayıda mülkü ve dolayısı ile kira geliri olan en önemli Rum vakfıdır ve başkanı “Dimitri Karayani”dir çok uzun yıllardır bu vakfın başında olup kendisine efsane başkan denir. Bu vakıf önceki dönemlerde zor durumda ve işlevsiz iken şu an gerçekten fevkalade iyi durumdadır ve de rant düzeylerinin iştah kabartıcı olması nedeniyle bu vakfın yönetimi bir zamandır ele geçirilmeye çalışılıyor, önümüzdeki sonbaharda seçime gitmesi için yönetimin üzerinde çok büyük baskı var. 

Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar Meclisi’nde 2. Döneme girilen bir uygulama ile ise artık bir “Azınlıklar Temsilcisi” bulunuyor ve bu temsilci de 2. Kez seçilen “Pandeli Laki Vingas”tır… Kendisine 25 Mart 2011’de Boyacıköy Rum Kilisesi’nde Rum Patriği tarafından “Archon” ünvanı verilmiştir ve ABD’deki Archonlarla ilişkileri ve Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ile Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik kazandırılması için yapılan çalışmaların organizasyonunu sağlamaktadır. (Laki Vingas için eski yazılarımıza bakınız)

Ve şu anda Laki Vingas, Rum vakıflarının yöneticilerinin “dar bölge”den çıkılarak “geniş bölge“ uygulaması ile seçilmesini yani, aday nerede ikamet ediyorsa etsin yönetime aday olabilmesini sağlamanın çalışmasını sürdürüyor. 

Bu çalışma ise Balıklı Vakfı örneğinde olduğu gibi “aykırı” seslerin olmamasını sağlamaya yöneliktir. Bu noktada vakıf yöneticilerinden hizmet mi isteniyor, yoksa Patrikhane’ye ve Yunanistan’a “biat” mı isteniyor? Bu tartışılması gereken bir husustur… Aslında her vakıf kendi içinde özerktir ve her bir vakıf bir tüzel kişiliktir. Bu durumda; halen tüzel kişiliği olmayan Rum Patrikhanesi tüm Rum vakıflarının yönetiminde “egemen” olursa seçimler niye yapılıyor? Patrikhane’ye vakıflara yönetici atama gibi Vakıflar Kanunu ile tamamen tezat bir görev/yetki de mi yüklenecek?

Laki Vingas’ın bir başka hususta da etkin çalışmaları var. O da “Cemaat Vakıfları Yönetim Kurulu Seçimlerinin Seçim Esas Ve Usullerine İlişkin Yönetmelik” üzerinde son bir “iyileştirme” yapılmasını sağlamak… 

2008’de bu yönetmelikte yapılan bir düzenleme ile daha eski uygulamada, genelde 7 kişi olan vakıf yönetim kurullarında idarenin takdiri ile ve gerektiğinde 7.den daha fazla sayıda yöneticiye mazbata vermesi önlenmişti. 

Bazı büyük vakıflarda -ki özellikle Ermeni Cemaati’nde 7 kişi ile yönetilmesi zor olan büyük vakıflar var- bu uygulama bazı sorunlar yaşatmıştı. O tarihte bir şekilde 7 kişi şartı yönetmelikle sabitlendi ve bunun çıkması için bizim şahsımızın da etkenler arasında olduğu kanaatindeyiz. Zira 1993 ile 2007 yılları arasında “Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı”nda yöneticilik yaptık ve bu süreçte yapılan seçimlerde 2 kez 7 kişiden daha fazla sayıda yönetici mazbata aldı. 

O gün 7.den fazla olmasın diye bağıranlar şimdi de bu sayı az çoğaltalım diye talepte bulunuyorlar. Bu talep; diğer cemaat vakıflarının istekleri değildir ve Rum Patrikhanesi’nin, tüm Rum cemaat vakıflarında egemen olmasını, tamamen kendi adamlarını yerleştirmeye yöneliktir. Dikkat edilirse, sürekli yeni bir bürokratik ya da yasal değişiklik talepleri ardı ardına sıralanmaktadır.

Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde ise ne kadar çok hak alınırsa yetinilmeyeceği son Alt Komisyon ziyaretinden sonra anlaşılmıştır ve “daha, daha” istekler devam edecektir.

İstenen haklar, her Türk vatandaşı ile “eşit” değil “imtiyazlı” bir cemaat doğurmaya yöneliktir ve aklımıza daha sıkça “Batı Trakya” ile olmayan “Mütekabiliyet” gelmeye devam edecektir.