29 Eylül 2013 Pazar

BULGAR KİLİSESİ’NDE “GİZLİ” AJANLAR İDDİASI


20 Eylül Cuma günü Bulgar Patriği Neofit ve bir heyet İstanbul’a geldiler. Bu ziyaretin amacı, yeni Bulgar Patriği sıfatıyla, İstanbul’daki Bulgar Ortodoks Cemaati’ni ve Rum Patrikhanesi’ni ilk kez ziyaret etmekti.

Ziyaretin evvelinde, geçtiğimiz yıllarda da sıkça medyada yer alan, eski Bulgar Patriği Maksim ve diğer üst rütbeli ruhaniler hakkındaki komünist rejimin gizli ajanları olma iddiaları yeniden ortaya atıldı.

Müteveffa Patrik Maksim; Bulgaristan’ın 1989’da demokrasiye geçmesinin ardından, 1990 yılında yapılan, “Ulusal Yuvarlak Masa Toplantısı”nda komünist yönetimin adamı olmakla itham edilmiş, dini açıdan yasal bir şekilde seçilmemiş (antikanonik) ve eski idareciler tarafından bu göreve atanmış olduğu iddiası ortaya atılmıştı. Bu söylemler o kadar ileri gitti ki; Patrik Maksim’in Eski ve Yeni Ahid’i dahi tam olarak okumamış olduğu iddia edildi. Bu sürecin ardından Bulgaristan Kilisesi, uzun sürecek bir süreç ile iki başlı oldu ve Dünya Hıristiyanlık Tarihi’nde eşi benzeri olmayan bir rezalet ortaya çıktı.

Yeni Bulgar Patriği Neofit’in İstanbul temasları çerçevesinde, 20 Eylül Cuma günü Rum Patrikhanesi ziyareti vardı ve görüşmelerin ardından bu tür ziyaretçiler için mutat olduğu gibi, Patrikhane kilisesi olan Aya Yorgi Kilisesi’nde Bulgar Patriği’nin onuruna bir ayin icra edildi. Ayinin ardından Rum Patriği Bartholomeos Bulgar Patriğine (özetle) şöyle hitap etti: “Umarım sizinle eski Patrik Maksim ile olduğu gibi uyum içinde olacağız.”

Sanıyoruz ki Rum Patriği Bartholomeos, bu sözleri eski Bulgar Patrik Maksim ve ekibine vermiş olduğu desteği anımsatmak adına sarf etmiştir. Zira Bartholomeos o süreçte, Bulgaristan’ı birkaç kez ziyaret ederek Patrik Maksim’e destek olmuş ve dini açıdan onu yasal (kanonik) olarak kabul ettiğini vurgulamıştı.

Burada bahse konu olan Bartholomeos’un Bulgaristan ziyaretleri değildir. Bahse konu; Patrik Maksim’in kendi ülkesi içinde acze düşmüş, kendi halkının bir bölümü tarafından “Antikanonik” (kanon=dini yasalar) addedilerek “Komünist Ajanı” nitelemesi yapılmasıdır. Bu bağlamda; Bulgar Patriği ve bir kısım üst rütbeli Bulgar ruhanilerin o dönemde makamlarını muhafaza etmek adına her türlü dış desteğe ihtiyaçları vardı…

Bulgaristan’ın komünistlikten demokrasiye geçtiği dönemde büyük bürokratik sıkıntılar yaşanmış, Komünist Parti zamanında kurulan Bulgaristan Diyanet İşleri Müdürlüğü de demokratikleşen rejime etkisiz ve basiretsiz bir başlangıç sergilemişti. 1990’da, ülkenin sorunları arasında; Bulgar Patriği Maksim’in komünist yönetimin adamı olması ve yasal bir şekilde seçilmemiş -komünistler tarafından bu göreve getirilmiş- olması da gösterildi.

Devlet Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı bir rapora istinaden; Patrik ile 12 metropolitten oluşan Bulgar Kilisesi Sen Sinodu’nda komünist dönemde “Bulgar İstihbarat Teşkilatı” olan “DS”nin (Darzhavna Sigurnost) 11 ajanı bulunduğu açıklandı. 

(Yeni Bulgar Patriği Neofit de bu 11 kişi arasında gösterildi.)

Ancak Patrik Maksim, kendisi aleyhine sürdürülen tüm karşı iddialara rağmen, 98 yaşında vefat edene kadar makamında kalmıştır.

Bulgar Patriği Maksim’in komünist yönetimin adamı olması ve yasal bir şekilde seçilmemiş olduğunun açıklanması üzerine bir grup din adamı yeni bir oluşum gerçekleştirmek için harekete geçti ve Patrik Maksim ile ekibine karşı çalışmaya başladılar. 30 Mayıs 1992’de “Diyanet İşleri Komisyonu”nun başında olan Metodi Spasov, “Komünist Ajanı” olduğu gerekçesiyle, Patrik Maksim’in ve ekibinin azli için emir verdi ve aynı emirle yeni bir Sen Sinod tayin etti.

1 Haziran 1992 günü sabahın erken saatlerinde yeni tayin edilenler ve fedaileri Sen Sinod merkezini işgal ederek Patrik Maksim, ruhbanlar ve sivil memurların binaya girmelerini önlediler, içeride olanlar yaka paça dışarı attılar. Fedailerle çıkan arbede sonunda içeri giremeyen Patrik Maksim ve diğerleri çaresizce Sofya Metropolitliği’ne sığındılar ve uzun bir süre orayı Patrikhane merkezi olarak kullandılar. Böylece yukarıda da zikrettiğimiz gibi Ortodoksluk Tarihi’nde yaşanmamış bir süreç, iki başlılık başladı.

Nevrokop Metropoliti Pimen ikinci sinodun başına seçildi. Bu suretle Bulgaristan’daki her metropolitlik bölgesinde, Patrik Maksim’e bağlı olanlar ve Pimen’e bağlı olanlar şeklinde iki başlı bir yönetim başladı. 

(Bunun ne anlama geldiğini şöyle tarif edebiliriz: Türkiye’de her ilde bir İl Müftüsü vardır. Her ilde farklı gruplara bağlı 2 il müftüsü olmasını tasavvur edelim.)

Bulgaristan’daki iki başlı kilise skandalının ilk iki senesi boyunca Patrikhane’nin idari yönetim merkezi olan Sen Sinod binası, diğer grubun elinde kaldı. Bu süre zarfında, Patrik Maksim’in yasal olarak yaptığı tüm itirazlar sonuçsuz oldu. Bir tarafta yasal Sen Sinod’un başı olduğunu iddia eden Maksim; diğer tarafta Maksim komünist ajanıdır. O ve tarafları tayin ile gelmişlerdir. Biz gerçek Sen Sinoduz.” şeklinde konuşan Pimen taraftarları, dini açıdan rezalet sayılabilecek bu kavgayı sürdürürken Bulgaristan Devleti hadiselere sadece seyirci kaldı. 1 Haziran 1994 tarihinde Metropolit Neofit kalabalık bir fedai gurubuyla, binayı kaba kuvvet kullanarak geri aldı…

(O günün metropoliti Neofit bugün Bulgar Patriği’dir.)

Ocak 2012’de Bulgar ajanslarında ve gazetelerinde, Patrik Maksim ve diğer papazlar hakkındaki gizli ajanlar iddiası yeniden alevlendi.

Devlet Araştırma Komisyonu’nun raporuna istinaden 40 yılı aşkın süredir kilisenin başı olan Maksim’in gizli servis elemanı olduğu ayrıca Sen Sinod üyelerinin arasında da 11 eski gizli servis elemanı bulunduğu 17 Ocak 2012’de açıklandı.

İddiaya göre diğer adı geçen metropolitler arasında; Stara Zagora Metropoliti Galaktion, Vidin Metropoliti Dometyan, Plevne Metropoliti İgnati, Sliven Metropoliti Yoaniki, Veliko Turnovo Metropoliti Grigori, ABD, Kanada ve Avustralya Metropoliti Yosif, Vratsa Metropoliti Kalinik, Nevrokop Metropoliti Nataniel ve Orta Avrupa ve Rusçuk Metropoliti Simeon bulunmaktadır.

Devlet Araştırma Komisyonu tarafından gizli ajan oldukları iddia edilenlerin kullandıkları kod adlarının ise şöyle olduğu iddia edildi:

Galaktion = Misho

Dometyan= Dobrev

İgnati = Penev

Yoaniki = Kirileviç

Grigori = Vanyo

Yosif = Nikolov

Kalinik = Rilski

Nataniel = Blagoev

Simeon = Hristov

Şu an Bulgar Patriği olan Neofit’in kod adı = Simeonov

(Makalenin fotoğrafı= Patrik Neofit ve Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’nın “Simeonov” kod adlı bir zarfı.)

Devlet Araştırma Komisyonu’nun araştırmasında sadece 12 kişi olan Sen Sinod üyeleri değil, diğer tüm metropolitler, manastırların ve Teolojik Seminarya’nın (İlahiyat fakültesi eşdeğerinde) yöneticileri de mercek altına alınmışlardır. Başta Varna Metropoliti Kiril olmak üzere diğer Sen Sinod üyelerinin pahalı arabalar kullandıkları ortaya çıktı. Adı geçen dosyanın komisyon Başkanı Georgi Yovchev, Sofya ve Plovdiv Katolik Cemaati Piskoposu, Petır için de 31 Temmuz 1988’den itibaren ajandı açıklaması yaptı.

24 Şubat’ta yapılan patrik seçimiyle Neofit işbaşına gelir gelmez Bulgar ajanslarında şu manşet yer aldı: “Eski komünist ajan Bulgar Kilisesi’nin başında.” 

Patrik Maksim’in 6 Kasım’da ölümünün ardından medyada Bulgar Kilisesi içindeki Bulgar istihbarat örgütü “Darzhavna Sigurnost ajanlarıyla ilgili haberler tekrar yer almaya başladı. Komünizm hayaletinin yeni bir patrik seçmeye hazırlandığı şeklinde benzetmeler de yapıldı. Merhum patrik ve diğer üst düzey ruhbanlar, Sofya Üniversitesi’nde felsefe profesörü ve dini bir yayın organı olan “Christianity and Culture” adlı derginin baş editörü Kalin Yanakiev örneğinde olduğu gibi anti-komünist davranışları eski rejime bildirmekle suçlandılar.  

Seçimlerin ardından Varna Metropoliti Kiril’in 9 Temmuz’da Karadeniz sahilinde ölü olarak bulunması ise hayli şüphelere yol açtı ve komünist ajanlar iddiaları tekrar ortaya atıldı.

Bulgar Haber Ajansı ölüm nedenini boğulma olarak bildirdi fakat Kiril’in üzerinde bir dalış maskesi ile şnorkel vardı ve Kiril çok iyi bir yüzücü olarak tanınmaktaydı. Maksim’in ardından seçim için yoğun kulis yapan fakat sonra aday olmayan, 1954 doğumlu Kiril için de Gizli Servis ajanı olduğu iddia edilmekteydi. Kiril’in bu hizmeti devlet güvenliği için değil de ABD Başkanı Barack Obama’nın da kullandığı Lincoln MKS marka hibrid lüks otomobil için yaptığı iddialar edilmiştir. Ancak kendisi bu aracın zengin bir Bulgar işadamı tarafından hediye olarak verildiğinde ısrar etti. 

Metropolit Kiril;1981 yılında Moskova'ya Bulgar Ortodoks Kilisesi Temsilcisi olarak gönderilene kadar DS’nin ajanı olduğu, 1989 yılında Varna Metropoliti olarak atandığında tekrar "aktif" olduğu iddialar arasındadır. [8]

Kiril’in bu yeniden aktif ajan olması kısa sürmüş olmalı ki; 10 Kasım 1989’da, iktidardaki Todor Jifkov yönetimi kansız bir darbe ile indirilerek “Büyük Demokrasi Dönemi” diye adlandırılan süreç başlayana kadar devam edebilmiştir. Metropolit Kiril’in 1981 yılında Moskova'ya Bulgar Ortodoks Kilisesi Temsilcisi olarak gönderilene kadar aktif olması ve sonra vazifeyi bırakmış olması ise gidilen yerin Moskova olması sebebiyle inandırıcı değildir.

Bulgaristan’da, Müteveffa Patrik Maksim, yeni Patrik Neofit ve Karadeniz’de şüpheli bir şekilde boğulmuş olan Metropolit Kiril ve diğer metropolitler hakkındaki “Komünist Ajanı” iddiaları bitmeyecek gibi görünüyor…



19 Eylül 2013 Perşembe

KIBRIS RUM ORTODOKS KİLİSESİ ve BAŞPİSKOPOS II. HRİSOSTOMOS



Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin başında bulunan, Başpiskopos II. Hrisostomos’un (Chrysostomos of Kition) Eylül ayı başında verdiği ve çok tartışılan bir beyanatı vesilesiyle Hrisostomos’un son yıllardaki çıkışlarını ve kısaca Kıbrıs’ın Hıristiyanlık Tarihi’ndeki önemini bu yazımızda ele almak istedik.  

10 Nisan 1941’de Baf’ta doğmuş fanatik bir Türk düşmanı olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başpiskoposu II. Hrisostomos, yakın tarihte “Kanlı Papaz” olarak bilinen Makarios’tan devraldığı olumsuz din adamı geleneğini başarılı bir şekilde sürdürüyor. Eylül başında ajanslara düşen haberlere göre; Hrisostomos, Güney Kıbrıs’ın ekonomisinin “boğulduğunu” ve açlıkla karşı karşıya kalındığını görmesi halinde, halkı ayaklanmaya teşvik edeceğini söyledi. 

Bir gazeteye "Beni Susturacak Kişi Daha Doğmadı" şeklinde beyanat veren Hrisostomos, “Ağzımı kapatmak istediler ama bunu başaracak kişi daha doğmadı” dedi. Hrisostomos, ülkesindeki AKEL Partisi ve Rum Merkez Bankası Başkanı Panikos Dimitriadis ile de sorunlar yaşıyor ve her fırsatta bu kişiler aleyhine beyanatlarda bulunuyor.

Hrisostomos, Türkiye ile bilinen “Doğal Gaz Krizi” nedeniyle, Kıbrıs’a Türkiye tarafından olası bir askeri müdahale ihtimali için ise şöyle konuşuyor: “ABD yanımızda olduktan sonra hiçbir şeyden korkmayız. Yine İsrail’le işbirliği yaparsak, iyi edeceğiz. Zira İsrail düşmanlarla çevrilidir ve tek çıkış yolu Kıbrıs’tır.

Simerini Gazetesi Hrisostomos’un “Sigma Live” isimli bir internet haber portalına verdiği mülakatı 7 Eylül’de şöyle duyurdu:  “Başpiskopos, AKEL ve Merkez Bankası Başkanı’na bayrak açtı... Hedef “Hellenic”i Kapatmaktı... Dimitriadis ve AKEL ağzımı kapatmak istedi ama bunu başaracak kişi daha doğmadı... ABD ve İsrail Kıbrıs için dayanaktır... ABD yanımızdayken kimseden korkmayız.” 
      
Kıbrıs Kilisesi için ise; “Kilise yıkılmaz çünkü insan yapısı değildir. Kiliseyi Tanrı kurdu ve halen de yaşatıyor. Bizans İmparatorluğu yok oldu ancak onun kurduğu kilise burada yaşamakta ve durmaktadır.” dedi.

Kıbrıs Adası Hıristiyanlık Tarihi açısından çok önemlidir. Hıristiyanlık için, “Hıristiyanlık aslında Aziz Pavlus’un dinidir” şeklinde yaklaşan çokça teolojist bulunuyor… Bu gözlemdeki en büyük faktör; Hıristiyanlığın yayılmasının, Aziz Pavlus’un misyon yolculuklarından sonra ivme kazandığı ve özellikle Roma’nın Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etkenin Aziz Pavlus olduğudur. Bu misyon güzergâhlarında ise Kıbrıs  ve Anadolu çok önemlidir. Bir Kıbrıslı olan Aziz Barnabas’ın ilk yolculuklarda Aziz Pavlus’un yanında olması ve Pavlus’a verdiği deste de Hıristiyanlık Tarihi’ndeki bir başka önemli noktadır.

Aziz Pavlus; Hıristiyanlık uğruna iman etmeden evvel vergi toplayıcısı bir Yahudi olarak Hıristiyanlara eziyet etmekteydi.

(İncil’den bu konudaki iki alıntı şöyledir: “Elçiler 8: 3- Saul ise müminleri kırıp geçiriyordu. Ev ev dolaşarak, kadın erkek demeden müminleri dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu.” ve “Elçiler 9: 1-2- Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim'e getirmek niyetindeydi.”)

Salamis'te doğmuş ve Aziz Pavlus gibi aslen Yahudi bir ailenin oğlu olan, Aziz Barnabas’ın da durumu Aziz Pavlus’a benzer… Barnabas, Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a dönmüş ve MS. 45 yılında o da Hıristiyanlığı yaymak için Aziz Pavlus ile birlikte çalışmaya başlamıştır.

Bu faaliyetlerden ötürü Aziz Barnabas, vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi bir bataklığa saklanmıştır. Barnabas'ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi bataklıktan alarak Salamis'in batısında bir yeraltı mağarasına gömdüler.

432 yıl sonra Piskopos Anthemios, Barnabas'ın mezarını rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını sağladı. Bu keşif sonrasında Piskopos Anthemios, İstanbul'a giderek İmparator Zeno'yu bilgilendirdi ve bu suretle Kıbrıs Kilisesi’nin özerk olmasını sağladı. İmparator, mezarın bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesi için bağışta bulundu. MS. 477'de inşa edilen bu manastır halen Magosa’ya giderken yol üzerinde bulunur ve Dünya’daki mevcut ikona envanterinin en önemli parçaları bu manastırda muhafaza edilmekte ve sergilenmektedir.

1922’de Aziz Barnabas Manastırı’nda görevli Stefano, Haritanos ve Barnaba adındaki üç kardeş papaz kilisenin kapısının sağ kısmında yer alan, Aziz Barnabas’ın ölümünün 432 yıl sonrasını konu alan bir fresk yaptılar. 1976 yılında kadar Aziz Barnabas Kilisesi’nde görevlerini sürdüren bu üç kardeş papaz; süreçte yaşlılık ve hastalık nedenleriyle Güney Kıbrıs’a göç ettiler. Bu kardeş papazların manastırı terk etmesinin ardından Aziz Barnabas Manastırı orijinal hali korunarak ziyarete açıldı.

1991 yılında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından restore edilmeye başlandı. Manastırın çok değerli ikonaların sergilendiği kilise kısmı da restore edildi ve kapsamlı bir ikona müzesine dönüştürüldü. Manastırın avlusunda ayrıca Arkeoloji Müzesi inşa edilmiştir ve bu müzede de çok değerli arkeolojik parçalar sergilenmektedir.

Kıbrıs ile ilgili olarak bir başka husus da Hıristiyanlık Tarihi adına önem arz eden başka dini eserlerin de KKTC topraklarında bulunmasıdır. Aynı şekilde dini arşivin önemli kısmı da KKTC Cumhurbaşkanlığı envanterindedir. (YN: Filiki Eterya ile ilgili araştırmamızda KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden çok önemli kaynaklar temin etmiştik.)

Kıbrıs Türkleşme tehlikesinde... Türkleşirse herkes gidecek ama biz kilise olarak gitmeyecek,  burada kalacağız.” Bu sözlerin sahibi Başpiskopos Hrisostomos’un Türk düşmanlığı o kadar had safhada ki; Kıbrıs’ın ilk cumhurbaşkanlığını da yapmış olan ve yüzlerce genç, yaşlı, masum Türkün katline neden olan selefi Başpiskopos Makarios’u aratmamakta…

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Aralık 1963 sonunda ise Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik olaylar gerçekleşti. 20 Aralık’ta Türk köylerinde başlayan kıyım “24 Aralık Noel Gecesi ellerindeki silahları Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesine çeviren Başpiskopos ve Cumhurbaşkanı Makarios’un kışkırttığı “dini bütün Hıristiyanlar” silahlarını binbaşının eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat’a doğrultular. Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de büyük bir infial yarattı. 103 köy boşaltıldı toplamda 25 Bin kişi sürgün oldu.

Tarihsel süreçte Kıbrıs’ın üzerinde yaşananlar, aslında paylaşılamayan topraklarının Hristiyanlık Tarihi açısından fevkalade önemli olmasındandır. Çeşitli kaynaklarda, Makarios’un iktidarı süresinde, Kıbrıs’taki mevcut otellerin birçoğunun gizli ya da açık sahibi olduğu bilgisi bulunmaktadır. Makarios’un, dini lider sıfatını kullanarak Türklere karşı şiddeti nasıl körüklediğini de yukarıdaki acı örnekte olduğu gibi hâlâ hafızalardadır. Devrin Rum Patriği Athenagoras tarafından Kıbrıs’a başpiskopos olarak atanmış olan Makarios, servetini korumak için Türklerin tamamını yok etmeyi dahi göze almıştı.

Bir KKTC gazetesinde “Yani bugün Hrisostomos’un “düğün değil bayram değil, bu neyin kafası” diye düşündüren çıkışlarına kızmayalım, zira bu genetik bir özellik… Din adamlarının sevgi dolu olması, hedef kitlesine sabrı, bireylere tahammülü tavsiye ederek hayatın güçlüklerine karşı destek olması gerekirken bırakın bu özellikleri, kışkırtıcı yönleriyle öne çıkmaktalar. Özellikle kutsal kabul edilen dinlerin muhatabı; bir ırk, kavim, coğrafya değil, bütün insanlık olduğuna göre, bir din adamı yaşadığı toplumda huzursuzluğu, hayatını sürdürdüğü bölgede kaosu planlıyorsa orada ciddi sorunlar var demektir.” değerlendirmesi yapılmıştır.

Kıbrıs Rum yönetimi önceki lideri Dimitris Hristofyas’ın Ocak 2011’de yapılan Rum Ulusal Konsey toplantısında; bir süre önce yapılan Apoel-Pınar Karşıyaka basketbol maçında, fanatik Rumlarca yapılan saldırıyı da Türkiye’nin tepkisi üzerine görüştüğü biliniyor. Pınar Karşıyaka takımının oyuncularına ve yöneticilerine karşılaşma esnasında taşlı sopalı saldırı yapılmış ve bu saldırının ardında aşırı ırkçı örgüt; “Ulusal Halk Cephesi” (ELAM) olduğu ortaya çıkmıştı. Teşvik edenin ise Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un olduğu, bizzat Rum lider Hristofyas tarafından ifade edilmişti.

O tarihte Rum gazetelerinde yer alan haberlere göre Hristofyas; Rum Ulusal Konsey toplantısında, Kıbrıs Rum kesiminde aşırı milliyetçi çizgisiyle tanınan ELAM örgütünün, Başpiskopos Hrisostomos'un tarafından finanse edildiğini de açıkladı. Bu örgüt, aynı zamanda, Kıbrıslı Türklere yapılan saldırıları da organize etmektedir.

Ocak 2011’de çıkan gazetelerin haberlerine göre; Apoel-Pınar basketbol maçında ortaya çıkan olayların gündeme gelmesiyle başlayan tartışmada Demokratik Parti (DİKO) ve Rum Meclisi Başkanı Marios Karoyan da Başpiskopos Hrisostomos'u savunmuşlardır.

Anadolu Ajansı’nın o tarihte çıkmış bu konudaki haberine göre ise; ELAM üyeleri boya tabancalarıyla askeri talimler yaparak bu saldırıya hazırlanmışlar, karşılaşma için gelen Kıbrıslı Türklerin araçlarının tahrip etmişler ve Güney Kıbrıs'ta ikamet eden bir Kıbrıslı Türkü de bıçaklamışlardır.

Böyle bir organize saldırıyı ve hazırlıkları Rum polis ya da istihbarat elemanları tarafından fark edilmemiş olması da mümkün değildir. Bu işin arkasında finansman ve moral destek olarak Başpiskopos Hrisostomos’un olması ve bu desteğin farkına varılmaması mümkün değildir. Irkçı ELAM ile Kıbrıs Kilisesi’nin maddi manevi bağı çok gizli ilişkiler değildir.