5 Haziran 2014 Perşembe

PAPA 1.FRANCİS’İN KUDÜS ZİYARETİ


Hıristiyanlığın Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında, bu mezheplerin ortaya çıkışından itibaren bir ayrışma ve kavga görülmektedir. 1054 yılında Katolik ve Ortodokslar karşılıklı olarak birbirlerini aforoz ettiler ve bu küslük 1964’te Papa 6.Paul ile Patrik Athenagoras arasında Kudüs’te yapılan bir dostluk anlaşması ile sona erdi. Geçtiğimiz 25 Mayıs Pazar günü Papa 1.Francis ve Patrik Bartholomeos, Kudüs’te bir araya gelerek bu barışmanın 50. Yılını 1964’te iki kilisenin barıştığı noktada andılar ve ortak bir deklarasyona imza attılar. Her iki din adamı bu buluşmanın dışında Kudüs ve bölgede çeşitli temaslarda bulundular.
Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında asırlarca süren kavga ve bu kavganın neticesindeki ayrışma; zaman zaman belirgin, zaman zaman ise el altından faaliyetler şeklinde süregelirken Papa 9.Leon 1054 Yılında İstanbul’a bir heyet gönderdi.
Kardi­nal Umberto başkanlığındaki bu heyet Bizans Patriği tarafından kabul edil­miş, ancak heyet başkanı Kardinal Umberto, iki mezhep arasında ortak nokta ve karşılıklı anlam ortamı oluşturmak yerine, Patriğin huzurunda uyulması gereken kurallara bile uymamış, ona karşı emredici bir tavır takınmıştı.  Bunun üzerine Bizans Patriği kardinali huzurdan kovarak bir daha kabul etmedi. Kardinal Umberto ise 15 Temmuz 1054'te, Patrik ve diğer rütbeli din adamlarını Papa adına aforoz eden bir belgeyi Ayasofya'da okuduktan sonra İstanbul'dan ayrıldı. Akabinde ise Bizans Patriği de hemen Sen Sinod’u (Dinî Kurul) topladı ve mütekabiliyet olarak Vatikan’ı aforoz etti. Böylelikle her iki Kilise arasında asırlardır süregelen anlaşmazlıklar, birbirlerini karşılıklı aforoz edecek noktaya gelmiş oldu.
Bu süreç; 1204 yılında, Kudüs’e gitmek üzere yola çıkan Haçlı Ordusu’nun Kudüs yerine yön değiştirerek Konstantinopolis’i ele geçirmesi ile sonuçlandı. 4. Haçlı Seferi olarak bilinen bu süreç; Papa 3. Innocentius’un Kudüs’ü kurtarmak adına topladığı ordunun, başta Venedik Dükü Enrico Dandolo ve 4. Haçlı Seferi’ne yağma için katılan diğer soyluların gözlerini ihtişam içindeki Konstantinopolis’e çevirmeleri ile sonuçlandı ve Haçlı Ordusu şehri ele geçirilerek “Konstantinopolis Latin İmparatorluğu” kuruldu.
Bizans İmparatorluğu ve kilise İznik’e sığındılar ve ancak 57 sene sonra Latinlerin kendi istekleri ile şehri terk etmelerinden sonra geri gelebildiler. Latinler Konstantinopolis’i boşaltırken taş taş üstüne bırakmadılar ve burada bulunan, Hıristiyanlığın ne kadar dinî mirası ve kutsal emanetleri varsa yağmaladılar ve hepsini götürdüler. (Bu kutsal emanetler halen Vatikan’dadır.)
Katolik ve Ortodokslar 1204’ten sonra zaman zaman bu karşılıklı yapılan aforozu ortadan kaldırma çabaları gösterdiler ise de yazımızın başında belirttiğimiz gibi kavga 1964’e kadar sürdü.
1024’teki karşılıklı aforoz sürecine gelinceye kadar da Hıristiyanlar arasında çok sorunlar vardı. Dinî anlaşmazlıkları ve görüş farklılıklarını gidermek adına tarihsel süreç içinde genel konsiller düzenlenmiş, bunlardan bazıları müştereken, bazıları ise sadece Katolik ya da Ortodokslar tarafından kabul edilmiştir.
Katolikler ile Ortodoksların 1204’teki ayrışmasına kadar olan konsiller kronolojik olarak şöyledir:
325 İznik Konsili: İznik Konsili’ni hem dinî hem de siyasi açıdan ayrı ayrı irdelemek gerekir. Çünkü o tarihte Hıristiyanlığın serbest bırakılması tamamen siyasi bir olgudur. İmparator 1. Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ) Hıristiyanlığı serbest bırakmış, bunda annesi Elena’nın ise çok fazla payı olmuştur.
Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etken; kitlelerin inanç ile baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır. Ancak bu kolaylık bir şekilde kaybolmaya başlamıştı! Çünkü henüz din ile ilgili birçok kavramın tam olarak oturmadığı yıllarda, İskenderiye’den yükselen bir akım olan “Ariusçuluk” İmparatoru ve din adamlarını rahatsız etmeye başlamıştı. Bu akım din bilgini İskenderiye’li Rahip Arius’un, Oğul’u Baba’ya bağlayarak, o güne değin kabul edilenin bir hata olduğu ile bu hataya diyalektik bir formül kazandırmasıydı. İznik Konsili, birçok etken ile birlikte esasta, kitleleri dalga dalga sarmaya başlayan ve de Roma’yı korkutan Arius’çu akıma karşı tertiplenmiştir. Bu konsilde; başta “Teslis” unsuru (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) olmak üzere Hıristiyanlığın birçok temel amentüsü karara bağlandı. (Amentü= İman etmek için inanılması lazım olan esaslar)
Bu konsilde kabul edilen “Baba Oğul ve Kutsal Ruh” kavramına bir Hıristiyan karşıysa sapkındır, din dışıdır.  Ancak bu kavramın doğruluğu kadar bir de kabul ediliş biçimi hâlâ tartışma konusudur. Çünkü bu konsili yöneten İmparator 1. Konstantin o esnada Hıristiyan değildi ve “Ateş Kültü”ne tapmaktaydı. Kaynaklarda 1. Konstantin’in hasta yatağında, son nefesini verirken, Hıristiyan olduğu yazılıdır. (Bunun o esnada orada bulunan papazların uydurmuş olabileceği de asırlardır tartışılır.)
1. Konstantin, ilk genel konsilde henüz Hıristiyan değildir ama bu gün de geçerli olan Hıristiyanlığın ana kuralları, onun isteği ve yönetimindeki İznik Konsili’nde karara bağlanmıştır ki bu da asırlardır Hıristiyan din bilimcileri tarafından tartışılan bir başka konudur.
381 Birinci İstanbul Konsili
431 Birinci Efes Konsili: İskenderiye, İstanbul ve Antakya arasındaki rekabet ile İskenderiye’nin üstünlük iddialarına karşı düzenlendi.
451 Kadıköy Konsili
553 İkinci İstanbul Konsili
680 Üçüncü İstanbul Konsili
787 İkinci İznik Konsili
869 Dördüncü İstanbul Konsili

Papa 1.Francis bu ziyaret öncesinde yaptığı açıklamalarda, ziyaret ile ilgili iki amacının olduğunu belirterek, “Bu kesinlikle dinî amaçlı bir gezidir” demişti. Gezinin amacını ise şöyle açıklamıştı: Çeşitli görüşmelerin ardından, Papa 6. Paulus ve Patrik Atenagoras'ın Kudüs'te buluşmalarının 50. yıldönümünde Patrik Bartholomeos  ve bölgedeki diğer Hıristiyan din önderleri ile bir araya gelmek ve acı çeken kutsal topraklarda barış için dua etmek!
Papa 1.Francis bu 3 günlük ziyaret kapsamında, bu söyleminin aksine; Ürdün, Filistin ve İsrail’de çeşitli siyasi görüşmeler ve ziyaretler de gerçekleştirdi. Bu seyahat; Papa’nın seçildikten sonra gerçekleştirdiği Brezilya seyahatinin ardından yaptığı ikinci yurt dışı ziyarettir. 72 saat olarak planlanan bu seyahat boyunca Papa 3 ayin yönetti ve 14 konuşma yaptı. Bu seyahatin Vatikan Tarihi’nde bir ilki de var! İlk kez bir Papa'ya, seyahati boyunca bir Müslüman ve bir Yahudi din adamı eşlik etti. Bu kişilerin Papa'nın Arjantin'den arkadaşları olduğu açıklandı. (İmam Omar Abboud  ve Haham Abraham Skorka)
Papa Ürdün'de Kral 2. Abdullah ve Kraliçe Rania tarafından törenle karşılandı. Ürdün'ün başkenti Amman’da stadyumda düzenlenen bir toplu ayine katıldı. Daha sonra Hz. İsa’nın vaftiz olduğu Ürdün Nehri kıyısındaki Mitas’a geçti ve Deyr Latin Kilisesi’nde Suriye ve Iraklı mülteciler ve özürlü yakınlarıyla görüştü. Ed-Dehişe Kampı'ndaki çocuklarla bir araya geldi. Pazar sabahı Ürdün’den özel bir helikopterle Beytüllahim’e gidildi ve burada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir görüşme gerçekleşti.  Doğuş Kilisesi'ndeki ayine de katılan Papa Francis, Pazartesi sabahı ise Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin ile birlikte Mescid-i Aksa’yı ve Ağlama Duvarı’nı ziyaret etti.
Papa 1.Francis Kudüs’ü ziyaret eden dördüncü papadır. Bu ziyaret öncesinde ise Siyonizm’in mimarı olan Teodor Herlz'in mezarını da ziyaret edeceği açıklanmış ve bu büyük bir tepki almıştı. Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Parolin başta olmak üzere Vatikan yetkilileri ve çok sayıda gazeteci de bu seyahatte Papa’ya eşlik ettiler.
Bu seyahatin bir diğer özelliği ise, başta Patrik Bartholomeos başta olmak üzere bölge kiliselerinin temsilcileriyle dinî bir buluşma da tertiplenmesi ve 1964’teki barışmanın 50. Yılının kutlanmasıydı ki Rum Patriği Bartholomeos ile Papa görüştüler ve ardından ortak bir deklarasyon verdiler.
Bartholomeos da kendi programı dâhilinde, Soykırım Müzesi’ni (Yad Vashem) ziyaret etti ve ardından İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmeler yaptı. Patrik Bartholomeos, Siyonizm’in mimarı Teodor Herlz  anısına yapılmış olan ormana da ağaç dikti.
8 Haziran’da, Papa Franciscus’un ev sahipliğinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Vatikan’da bir araya gelecekler ve bir dua zirvesi gerçekleştireceklerdir.  “Vatican Insider” adlı  internet sitesindeki bir habere göre Papa bu zirveye Patrik Bartholomeos'u da davet etmiştir. 8 Haziran aynı zamanda Hıristiyanların başlıca bayramlarından olan Pentekost Bayramı ile Yahudilerin Şaloş Bayramı’na da denk gelmektedir.






2 Haziran 2014 Pazartesi

İSTANBUL’UN FETHİ ve HIRİSTİYANLIK TARİHİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

  1453’te İstanbul’un (Konstantinopolis) Fethi, bin küsur yıllık Doğu Roma ya da Bizans’ın bitişini ve Orta Çağ’ın kapanarak Yeni Çağ sürecinin başlamasını sağlamıştır. Bu tabi ki bu kadar basit bir cümle ile tanımlanamayacak çok önemli bir tarihi olaydır ve Orta Çağ’ın bitişi, fethi başaran Sultan 2. Mehmet’in adını tarihe “Fatih” lakabı ile yazılmasını sağlamasının yanı sıra Hıristiyanlık Tarihi’nin seyrini de değiştirmiştir.

1204 yılında Konstantinopolis’i ilk kez ele geçiren Haçlı Ordusu’nun başarısı için şehrin 1453’teki ele geçirilişi kadar büyük bir anlam ve önem yüklenmez. Zira Konstantinopolis’in ele geçirilişinden ve ele geçiriliş şeklinden çok, Batı’nın gözünde Hıristiyanlık üzerindeki etkisi önem arz eder.

Papa 3. Innocentius’un, evvelâ Mısır’ı ele geçirmek sonra Kudüs’ü kurtarmayı amaçlayan 4. Haçlı Seferi (1200-1204) plânları; başta Venedik Dükü Enrico Dandolo olmak üzere bu seferleri iman için değil de para için destekleyen soyluların, gözlerini ihtişam içindeki Konstantinopolis’e çevirmesi üzerine bozuldu ve 1204’te ele geçirilerek “Konstantinopolis Latin İmparatorluğu” kuruldu. İstanbul’dan kaçan hanedan mensupları; İznik, Trabzon ve Epir’de Bizans devletleri kurdular.

Bunlardan “Trabzon Rum İmparatorluğu”nu 15 Ağustos 1461’de yıkmak yine Konstantinopolis gibi Fatih Sultan Mehmet’e nasip oldu. Batı Trakya bölgesinde ise “Epir Despotluğu” kuruldu ve İznik’e kaçan Bizans Hanedanı’nın en önemli kolu da en güçlü oldukları bölgede “İznik Rum İmparatorluğu” adı altında bir devlet kurdular.

Tarihsel akışa baktığımızda Epir çok önemli bir devletçik değildi ama Trabzon 1461’e kadar sürmüş ve Fatih Sultan Mehmet’in seferi olmasaydı, bölgede yıkmaya çalışacak bir başka gücün olmadığı büyük bir devletti. İznik ise yukarıda belirttiğimiz gibi en güçlü olunan bölgeydi ama İznik’teki oluşum sadece 57 yıl sürdü ve Haçlıların İstanbul’dan taş taş üstüne bırakmadan, tüm servetleri alarak ve kendiliklerinden terk etmesinden sonra tekrar İstanbul’a dönüldü. Tabi bu arada Katolikler taş taş üstünde bırakmadıkları Konstantinopolis’te bulunan Hıristiyanlığın ne kadar dini mirası ve kutsal objeleri varsa hepsini Papalığa götürdüler ki bunlar halen Vatikan’dadır…

Burada kısa bir tali konuya da değinerek İznik/ Mudanya/Tirilye’nin Bizans ve Hıristiyanlık Tarihi için önemini ve son günlerde Rum Patrikhanesi’nin yeni Bursa Metropoliti’nin Mudanya/Tirilye’den kilise satın alarak başlattığı hareketin önemini vurgulamak ve buna saf saf hoşgörü çerçevesinde bakılamayacağına dikkat çekmek istiyoruz.

Şöyle bir analiz yapılabilir: Bizans gibi güçlü bir yapılanma İstanbul’da Haçlılara dayanamadı ama bu süreçte, İznik; Trabzon ve Epir gibi 3 devlet çıkardı ki bunlardan Trabzon gerçekten çok uzun bir süre hüküm sürmüş ve tarihte yeri olan bir devletti. İznik’te ise M.S. 325’te yapılan 1. Hıristiyan Konsili gibi önemli ve manevi bir mirasın üzerinde kurulu olmak dahi güç için yeterli bir husustu.

Peki, neden bu kadar önemli bir tarihsel gelişmeler dizisi bugün Hıristiyan Dünyası’nda, İstanbul’un 1453’teki fethinden çok daha önemsiz bir düzeydedir?

Bu noktada Batı’nın ve tabi ki Batı Kilisesi’nin Türklere bakış açısının rolü büyüktür. Çünkü 1204’teki ele geçiriliş; Hıristiyan bir devlete karşı da yapılsa ve işin maddi boyutu göz ardı edilemeyecek ölçüde ise de sonuçta kendini “belirleyici” sayan zihniyetin tezahürüdür. Zira bu kez şehir (poli) Müslümanların eline geçmiştir. 1453’teki fethin önemi; askeri açıdan, Osmanlı Devleti tarafından bir coğrafyanın ele geçirilişi ve diğer birçok unsurun yanı sıra Hıristiyanlık Tarihi üzerindeki önemi ve yaptığı etki nedeniyle 1453 Batı’nın gözünde çok daha önemli sayılır…

Ve bugün vizyona giren bir filmin, daha gösterime girmeden fragmanının bile neden Hıristiyan camialardan tepkilerle karşılandığını açıklar…

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u alarak ne/neler yaptı?

İstanbul aslında 1453’ten çok evvel Osmanlı tarafından ablukaya alınmış, Rumeli ve Anadolu hisarları ve il çevresi kuşatılmıştı. Bizans adeta bir ablukaya altındaydı ve şehrin alınması, fethedilmesi için zemin hazırdı ama şartlar 1204’te Haçlıların şehri ele geçirdiği şartlardan çok ağırdı. Çok daha büyük askeri hazırlıklar yapılması gerekmişti…

Doğu Kilisesi’nin temsil edildiği Ortodoks Patrikliği, Fetihten evvel askıya alınmıştı. İmparator; Osmanlı’ya karşı askeri yardım vaadi alarak Ortodoks Patrikliğini askıya almış ve patrikliği resmen kapatmıştı. Patrik 2. Athanasios’un (Patrikliği: 1450-1453) görevine son verilmiş ve patriklik makamı boşaltılmıştı. Fetihten kısa bir süre önce Ayasofya’da idrak edilen son Paskalya Ayini’ni ise Papalığın gönderdiği bir kardinal Katolik ritüeline göre icra etmişti.

Bu tabi ki fanatik Ortodoks çevrelerce büyük bir infiale neden olmuş ve imparatora karşı büyük bir öfke hâsıl olmuştu. Bu aslında Fener Rum Patrikhanesi’nin, “Biz yaklaşık 2000 yıldır bu topraklardayız” söyleminin de yalanlayıcısıdır. Çünkü 1204 yılında, Haçlı Orduları’nın almasından sonra 57 yıl İznik’teydiler.

Bir önemli husus da İznik’ten İstanbul’a, Bizans Hanedanı’nın ve Patrikhane’nin zahmetsizce geri dönmeleridir. Taş taş üstünde bırakmayan Haçlılar kendiliklerinden şehri terk ederek ülkelerine dönmüşlerdir. Bu da geri dönüşü tarihi ve askeri açıdan fevkalade önemsiz kılar…

Bu noktada bir tezat ve din adına nelerin yapılabileceği de gözler önüne sermek gerekiyor. Fetihten 249 yıl önce aynı dinin insanları, Papalığın emriyle şehri ele geçirmiş ve İstanbul’un Fethi ile hiçbir surette mukayese edilemeyecek bir ölçüde kıyım yapmıştır. Bu din adına bir kıyımdır. İmparatorun bu kez şehri teslim etmese de dini teslim ederek artık tek çatı altında birleşmeyi kabul etmiştir.

Aynı makam ise (Papalık) bu kez askerlerini değil de din adamlarını göndererek Ayasofya’yı ele geçirmiş, imparator Ortodoks ve Katolikliği tek çatı altında yönetme yetkisini aldığı askeri destek sözüne karşı Papalığa vermişti.
  
Bu teslimiyet başta Bizans’ta olmak üzere diğer Ortodoks ülkelerde de derin bir infial yarattı. Bizans’ta halk ikiye ayrıldı ve doğal bir tepki olarak, Ortodoks papazlar da ikiye ayrıldılar. Bunlara kısaca Patrikçiler ve İmparatorcular dendi.

Burada bu makalemizle direk bağlantılı olmamakla birlikte Çarlık Rusya’sının davranışına da kısa bir yer vermek gerekir. Çarlık Rusya’sı, bu yapılanın dine karşı bir “ihanet” olduğuna inandı. Bu inanış daha sonraki süreçte, Rusya’nın, Ortodoksların hamiliğine soyunmasına, Panslavizmin destekçisi olmasına ve sonraki asırlarda Osmanlı’nın başına çok dertler açan “Grek Projesi”ni (Project Grek) devreye sokmasına neden oldu. Bu inanış bugün Rus Kilise çevrelerinde hâlâ devam eden bir kanaattir. “Bizans; dine ihanet etmiştir”…

Son Paskalya Ayini’ni yapan kardinal hakkında aşağı yukarı şu şekilde, çok yerde sözü edilen bir söylem de vardır: “Kardinal şapkası görmektense Osmanlı kavuğu görmek evladır” Bu söylem Patrikçilerin söylemiydi ve bunu en çok destekleyenlerin başında iyi bir teolojist olan “Georgios Sholarios” gelmekteydi.

İşte bu ahval altında iken, Fatih Sultan Mehmet’in gerçekleştirdiği, Fetih sonrası durum değerlendirmelerinde, Patriklik makamının boş hatta kapalı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine; Fatih Sultan Mehmet, derhal bir Rum Patriği seçilmesini emretti. Yapılan araştırmalarda; Ortodoks çevrelerin Georgios Sholarios'u patrik yapmak istediklerini anladı. Bunda Sholarios’un imparator karşıtı olması da büyük rol oynadı. “Havarion Kilisesi”nde yapılan bir dini mera­simle Georgios Sholarios Patrik oldu ve “2.Gennadios” dini adını aldı.

Burada bir başka ve önemli nokta ise şudur: 2.Gennadios, dini kanunlar (kanon) gereği Sen Sinod üyeleri tarafından değil de Müslüman bir Padişah tarafından tayinle seçilmiştir.
  
Şunu vurgulamak gerekiyor: “İstanbul’un Fethi olmasaydı bugün belki ya da muhtemelen Katolik ve Ortodoksluk adı altında iki ayrı mezhep olmayacaktı.”

İstanbul’un Fethi; Orta Çağ’ın sonu ve Yeni Çağ’ın başlangıcı olmaktan öte olarak Hıristiyanlık Tarihi’ni de fevkalade etkilemiştir. Hatta Hıristiyanlığın bugünkü durumunu sağlayan çok önemli bir hadisedir demek abartı olmaz.

Fatih Sultan Mehmet, sadece İstanbul’u almamıştır… Hıristiyanlık Tarihi’ni de değiştirmiştir…