29 Ocak 2018 Pazartesi

TÜRKİYE’DE ÜRETİLEN YERLİ SİLAHLAR

Burada paylaşılan fotoğraflarda bulunan silah ve mühimmat sistemleri; Türkiye’de imal edilen silahların sadece bir bölümüdür! Milli savunma alanlarında çalışan; Aselsan, Roketsan, MKE, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TAİ) gibi kuruluşlarımız ülkemizin gurur kaynaklarıdır. Bu silah ve mühimmatlar, çok sayıda ülkeye de ihraç edilmektedirler.





































20 Ocak 2018 Cumartesi

AZERBAYCAN’DA 1990 “KARA OCAK” (QUARA YANVAR) KATLİAMI



20 Ocak olayları, Azerbaycan'da bağımsızlık harekâtının önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. 20 Ocak 1990'da, Sovyetler Birliği askerleri tarafından Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de 137 Azeri katledildi. Dönemin Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov'un emriyle Sovyet tankları, 19 Ocak'ı 20 Ocak'a bağlayan gecede, Bakü sokaklarında bağımsızlık yürüyüşü yapan kalabalığın üzerine acımasızca ateş açmıştı. Ateş sonucu aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 137 kişi hayatını kaybetti, 700 den fazla kişi de yaralandı. Yüzlerce kişi ise tutuklandı ve ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Azeri Halkı’nın tepkisinin artması üzerine Sovyet ordusu, Bakü'yü terk etti.

Y.N. Azerbaycan’ı birkaç kez ziyaret ettim ve halkına da son derece saygı duyarım. Makalemde “Azeri Türkleri” değil de “Azeri” tanımlaması yaptım. Çünkü  “Azeri Halkı” ya da “Azeri Milleti” içindeki tüm etnik unsurlar ile birlikte yapılan bir tanımlamadır. Azerbaycan’da; Azeri Türklerinin çoğu Şiilik Mezhebi’ne bağlıdırlar ama aralarında Sünni, Zerdüst, Hıristiyan, İranlı ve Bahai olanlar da vardır.

20 Ocak Katliamı, Ruslarca yapılmıştır ve SSCB kayıtlarına göre sadece 32 kişidir ve 32 kişinin 26’sı Azeri Türküdür. Azerbaycan kayıtlarına göre ise bu doğru değildir,  137 kişidir ancak 137 kişinin hepsi Azeri Türkü değildir. Bu bağlamda; yazının çok yerinde kullanılan “Azeri Halkı” ya da “Azeri” kelimeleri ile vurgulamak isteriz ki makalemizde; Azerbaycan Ulusu’nun tümü tanımlanmaktadır.

Bu katliama “Kara Ocak” (Quara Yanvar) denmektedir ve asıl neden ise Ermenilerle alakalıdır. Ermenilerin artan toprak talepleri karşısında büyük bir Azeri kitlesi tepki göstermiş ve “Ermeniler Dışarı” sloganları atarak yürüyüşler tertiplemişlerdi. Buna misilleme olarak Ermenistan’da yaşayan çok sayıda Azeri kovulmuştu. Süreç; çok ustaca hazırlandı. Gorbaçov döneminde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin 25 Temmuz 1990’da yayınladığı bir kanuna dayanarak Dağlık Karabağ’da da av tüfekleri dâhil olmak üzere tüm ateşli silahlar toplandı. Karabağ’da bu toplama işini bizzat Rus askerleri yönetti.  Ağustos ayından itibaren direk olarak Azerileri hedef alan Ermeni saldırıları başladı. Aslında plan göstere göstere uygulanmaya başlamıştı. Toplu taşıma araçları taranmaya, evler yakılmaya velhasıl terör yapılmaya başlanmıştı. Kısa bir süreçte; 186 bin Azeri Azerbaycan’a gitmeye zorlandı. Bu tam anlamıyla bir “Etnik Temizlik Operasyonu” olarak tanımlanabilir. Amaç; topyekün olarak o coğrafi alanda bir tek Azeri’nin kalmaması, Karabağ topraklarının tamamen Ermeni ve Ruslarca iskân edilmesi şeklindeydi.
1991’de ilk Azeri köyü Ermenilerce işgal edildi ve öldürülme korkusuyla evlerini terk edenlerin Azerbaycan’a göçü başladı. “Hocalı Katliamı” esnasında 10 bin kişinin yaşadığı Hocalı’da sadece 3 bin Azeri kalmış, keskin nişancı dehşeti içinde olan halk yolda yürümekten dahi korkar olmuştu. Resmi kayıtlara göre; 613 olarak anılan hayatını kaybedenlerin sayısının gerçek olmadığı ve bu rakamın 1300’den fazla olduğu ifade edilmektedir. Burada yaşayan az sayıdaki Ahıska Türkü’nün de katliamdan etkilendiğini, evlerinin yakıldığını ve öldürülenler olduğu gerçeği de bulunmaktadır.
Zorlukla 12 kilometre ötedeki Ağdam Kenti’ne gelmeyi başaranların büyük kısmı soğuktan kangren olan bacaklarını kaybetti. Hocalı, Ağdam arasındaki orman yoluna; aralarında göğüsleri kesilmiş kadınların, bebeklerin, yaşlıların, kafa derileri yüzülmüş cesetlerin dizildiği, katliamı yaşayan görgü tanıklarınca aktarılmıştır.
Katliamı; “Monte Melkolyan” adlı bir Ermeni komutan yönetti. Melkonyan; birçok diplomatımızın öldürülmesinde rol almış, “Orli Baskını” ile de ilgisi olan eski bir “ASALA” lideridir. Bugün Ermeni Cumhurbaşkanı olan “Serj Sarkisyan” ise o tarihte Ermeni kuvvetleri komutanıydı ve Monte Melkonyan’ın kardeşi olan ünlü Ermeni yazar “Markar Melkonyan” da Sarkisyan’ın yanında yer almaktaydı.
Mackar Melkonyan; Amerika’da çıkardığı “Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother's Road) adlı kitapta kardeşinin yaptığı katliamı şöyle yazmıştır:
Bir gece önce 23.00 saatlerinde, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı'nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğuya doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar Azeriler Dağlık Karabağ’ın yüksekliklerine ulaşmış ve alta olan Azeri kenti Ağdam’a doğru inmeye başlamışlar...

...Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi...
...Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek "Disiplin yok" diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu: bu gün Sumgayıt Olayları’nın dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.
SSBC’nin (Azerbaycan) Sumgayıt Şehri’nde, Ermenistan’da öldürülen ve zorla göçe zorlanan 250 bin Azerinin intikamını almak için 27 Şubat 1988’de ortaya çıkan olaylar Ermenilerce “Sumgayıt Pogromu” olarak adlandırılmıştır. Pogrom; etnik bir gruba etnik, dinsel ya da siyasi nedenlerle yapılan şiddet olaylarını tanımlar. Bu olayların bizzat Ermeniler tarafından organize edildiğini savunan tarihçiler de vardır. (Örneğin: Azeri Tarihçi Ziya Bunyatov) Bu olaylarda, SSCB Genel Savcılığı (Генеральный прокурор СССР) tarafından açıklanan resmî rakamlar; 26 Ermeni ve 6 Azeri olmak üzere toplamda 32 kişinin öldüğü şeklindedir

Sumgayıt Olayları”nın tetiklediği, 13 Ocak’ta başlayan olayları durdurmak bahanesi ile 20 Ocak’ta yapılan katliam; “Ermeni/Rus” işbirliğinin bir eseridir.
Şu an içinde bulunduğumuz 20 Ocak günü vesilesi ile bir anımsatma yapmak ve hem 20 Ocak 1990’da, hem de Şubat 1992’de Hocalı’da ölenlere rahmet dileriz…

12 Ocak 2018 Cuma

DEMİR KİLİSE AÇILIŞINA SIKIŞMIŞ EKÜMENİK SİYASETİ

7 Ocak 2018 Pazar günü, İstanbul’un Fener Semti’nde bulunan ve halk arasında “Demir Kilise” olarak bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin 7 sene süren restorasyonundan sonra yeniden açılışı seremonisi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımıyla yapıldı.

DEMİR KİLİSE’NİN RESTORASYON SÜRECİ

Dokuz sene önce kayma nedeniyle ibadete kapatılan Demir Kilise, 7 sene evvel İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından restore edilmeye başlandı. Toplamda 16 Milyon’a mal olan restorasyonun 13 Milyon’u İBB tarafından karşılandı. Bulgaristan da buna karşılık olarak topraklarındaki Osmanlı eserlerinin bazılarında onarımlar yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açılışta;

Demir Kilise'nin açılışı için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Ülkemizde bulunan Bulgaristan Başbakanı Borisov'a ve heyetine teşekkür ediyorum. Bu dönemde Bulgaristan'ın farklı bir konumu da var. AB dönem başkanlığı kendilerinde… Böyle bir dönemde bu açılışın yapılıyor olmasını uluslararası topluma verilmiş bir mesaj olarak değerlendiriyorum.” sözleri ile başlayan konuşmasında; “Osmanlı döneminde, şimdiki Bulgaristan toprakları üzerinde çok sayıda cami, han, hamam, köprü, türbe gibi tarih eser niteliğinde yapılar inşa edilmiştir. Bulgaristan'daki tarihi vakıf eserlerinin ve camilerin de onarıma ihtiyaçları olduğunu biliyoruz. Demir Kilise örneğinde olduğu gibi ortak kültürel mirasın muhafazasına yönelik bu çalışmaları birlikte yapabiliriz." sözleriyle Bulgaristan’ın daha fazla çaba göstermesi çağrısında bulundu.

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’a Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş’i beraberinde getirdiği için teşekkür etti. Borisov’un bu davranışı Yunanistan’daki seçilmiş müftülere yapılan, halen devam eden baskı ve zülüm karşısında güzel bir örnek teşkil etti!

İSTANBUL BULGAR ORTODOKS CEMAATİ VE RUM PATRİKHANESİ İLİŞKİLERİ

Osmanlı döneminde İstanbul ve Trakya’da yaşayan Bulgarların Rum Patrikhanesi ile yaşadıkları sorunlar karşısında 1870’de, Sultan 1. Abdülaziz tarafından çıkarılan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” ile Bulgar Kilisesi ve Bulgarlar Rum Patrikhanesi’nin yönetiminden ayrılmışlardır. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü web sitesinde görselleri de bulunan fermanın özeti şu şekildedir:

Osmanlı devletine bağlı bütün vatandaşların din ve mezheplerini özgürce yaşayabilmeleri hususunda Rum Patrikhanesi ile Bulgar metropolit, piskopos, papaz ve kiliseleri arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle yapılan görüşmeler sonucunda bağımsız Bulgar Eksarhlığı kurulması hakkında ferman

Bulgar Eksarhlığı ile Rum Patrikhanesi arasındaki sorunlar 1870 Fermanı ile bitmemiş, 1945 yılında sorun yeniden hortlamıştır.

Bartholomeos’un Patrik oluşundan sonraki 1993 ile 2007 yılları arasında Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalıştık. Bu süreç içinde Patrikhane ile kilisemiz arasındaki sorunlara istinaden 1996’da ve 2002’de iki dava açtık.

1996’daki dava “Eski TCK 175.1”den açıldı ve 15 Ocak 1997’de Yargıtay tarafından yayınlanan gerekçeli kararında şu ifade yer aldı:

Bulgaristan Ortodoks Kilisesi ile Fener Rum Patrikhanesi arasında 1945 yılında yapıldığı belirtilen anlaşmanın, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları, Anayasal Laik düzeni yönünden hiçbir bağlayıcılığı ve geçerliliği olamaz. Aksi halde egemenliğin ve Anayasal laik düzenin “kilise anlaşmaları” ile kolayca ortadan kaldırılması söz konusu olur…

2002’de açtığımız dava; 2007de bitti. “Yeni TCK 115”den açılan ikinci davamız, 13 Haziran 2007’de Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin verdiği kararla sonlandı ve gerekçeli kararında şu ifadeler yer aldı:

“…Patrikhanenin Türkiye’deki hukuki durumunun irdelendiği gerekçede, Türkiye’deki azınlıklar konusunun Lozan Antlaşması ile düzenlendiği anımsatıldı. Lozan Antlaşması’nın müzakereleri sırasında azınlıkların varlığı ve hakları görüşülürken, antlaşma metninde Fener Patrikhanesi ile ilgili bir hükme yer verilmediğine işaret edilen gerekçede, antlaşmanın sonuç metninde ve konvansiyonun eklerinde, Fener Rum Patrikhanesi’nin ismen dahi zikredilmediği, sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtildiği vurgulandı.

Bu nedenle statü olarak bir azınlık kilisesi olduğu kaydedilen gerekçede, anlaşma metninde Patrikhanenin hukuki durumuyla ilgili hiç bir hükme yer verilmediğinden, durumun Lozan müzakerelerinin görüşme kayıtlarının esas alınması suretiyle tamamen Türk İç Hukuku’na göre belirlenmesi gerektiği ifade edildi…

… Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen Patrikhane’nin, Anayasa’nın 2. Maddesine göre “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, “sadece belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dini yetkileri haiz olan ve tüzel kişiliği bulunmayan dini bir kurum” olduğuna dikkat çekilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:

“Bu nedenledir ki (Patrikhane), tamamen Türk Hukuku’na tabidir. Egemen bir devletin kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesi, Anayasa’nın 10 Maddesinde gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık oluşturacağından kabul edilemez.

Bu nedenle Patrikhanenin Ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. İstanbul Valiliği’nin 6 Aralık 1923 tarihli yazılarından anlaşılacağı üzere, Patrikhane’de dini ve ruhani seçimlere katılacak ve seçilecek kişilerin Türk vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye’de görevli bulunmaları gerekmektedir. Bu husus da Patrikhane’nin Ekümenik sıfatının bulunmadığının açık bir göstergesidir.

Patrik ve Patrikhane görevlilerinin sıfat ve faaliyetlerine ilişkin olarak Türk Yasaları’na tabi oldukları ve yapmış oldukları faaliyetlerin Türk yasalarına göre suç teşkil etmesi halinde Türk Ceza Yasaları’na göre cezalandırılacakları tartışmasızdır.

Bu hukuki durum çerçevesinde olay değerlendirildiğinde, bağımsız kilise olma özeliğine sahip bulunan Bulgar Kilise Cemaati’nin kendi inançları doğrultusunda gerçekleştirdikleri ayinlere ve ayini yöneten ruhani yetkililerin ayin yapma yetkisine ve içeriğine kimsenin karışamaması gerektiği ilkesinden hareket edildiğinde, sanıkların almış oldukları kararın yasalarla korunmaya değer haklılığının bulunmadığı görülmektedir.”

Bu uzun süreç ve detayları ile ilgili çok sayıda makalemizin yanı sıra 2010 yılında “Patrikhane ile Mücadelem, Bulgar Eksarklığı Vakfı’nda 15 Yıl” adlı 656 sayfalık bir kitabımız da yayınlanmıştır.

(Bojidar Çipof, Patrikhane ile Mücadelem, Bulgar Eksarklığı Vakfı’nda 15 Yıl, İstanbul 2010, Bojidar Kitapları Yayınevi)

BULGARİSTAN ve BULGAR PATRİKHANESİ’NİN RUM PATRİKHANESİ’NE BAKIŞI

Bulgaristan hem devlet olarak hem de kilise olarak Rum Patrikhanesi’ne çok fazla destek olmakta ve Bartholomeos’u Konstantinopolis Ekumenik Patriği olarak saymaktadır.

Bu durum; Bulgaristan’ın AB’ye girmeden evvelki zamanında devlet tarafından AB yolunu açmak için Yunanistan ve Patrikhanenin destek vermesi şeklindeydi. 1991’den sonra ise Bulgaristan’da iki başlı kilise oluştu. İki ayrı, iki sen sinod ortaya çıktı. Bu tuhaf ortamda; Bartholomeos o zamanki Bulgar Patriği Maksim’i asıl patrik olarak kabul etti ve destekledi. Ancak bunun karşılığında da Türkiye’de “Ekümenik” rüştünü kabul ettirmesinin önündeki en büyük engel olan Türkiye’deki Bulgar Kiliseleri’nin Rum Patrikhanesi’ne tabi olması Bulgar Patriği tarafından kabul edilmişti. Oysaki durum; Türkiye Vatandaşı bir topluluğun Anayasamız ile garanti altına alınmış dini özgürlüklerinin başka bir devletin dini organı tarafından, başka bir dini kuruma devredilmesi olarak tanımlanabilir. Yukarıda bilgilerini verdiğimiz iki mahkeme süreci işte bu nedenle tarafımızdan açılmıştır.

Bulgar Patrikhanesi, Rum Patriği’ni “Ekümenik” (Slavca söylemi=Selenski) olarak kabul etmektedir. İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinde cemaatten bir papaz bulunmadığı için Bulgaristan’dan ithal bir papazla ibadet yapılmaktadır ve bu papaz Türkiye’nin kabul etmediği bir söylemi bağlı olduğu Bulgar Patrikhanesi’nden aldığı talimatlara istinaden Bartholomeos’u her ayinde Ekümenik olarak anmaktadır.

1998’de, Bulgar Cemaati papazının rahatsızlığı üzerine Bulgaristan’dan Milko Topuzliev adında ithal bir papaz getirildi. Vakıf yönetiminin talimatları doğrultusunda bu papaz 2002’ye kadar Rum Patriği’nin adını Ekümenik olarak anmadı. Rum Patrikhanesi ile 2002’de başlayan ikinci krizde ise bu papaza Bulgaristan Patrikhanesi Bartholomeos’un talebiyle baskı yaptı ve Rum Patriği İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinde Ekümenik olarak yeniden anılmaya başlandı.

İthal Papaz Milko Topuzliev bununla da yetinmedi ve ayinler esnasında Osmanlıyı Plevne’de katleden Rus Çarı Aleksandır N. Nikolayeviç ve askerleri için Fatiha okumaya başladı. Vakıf yönetiminin bu konudaki ikazlarına da aldırış etmedi. Bunun ne anlama geldiğini soranlara ise Bulgaristan’daki kiliselerde yapılan duaların aynısını okuduğunu belirtti. Milko Topuzliev’in yerine ilerleyen ylllarda Angel Velkov adlı bir başka ithal papaz geldi ve o da halen bu söylemleri sürdürmektedir.

İSTANBUL’DAKİ BULGAR KİLİSESİ’NDE TÜRKLERİ KATLEDEN RUS GRAND DÜKÜ VE ASKERLERİNE FATİHA OKUNUYOR

Osmanlı Rus Harbi”; Rumi takvimle 1293 yılına isabet ettiğinden “93 Harbi” ya da “1877 1878 Rus Harbi” olarak bilinir. Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de Aya Stefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, Doğu Anadolu ve Rumeli’de büyük Osmanlı toprak kaybının yanı sıra; Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığı ile “Tuna Eyaletinde kurulacak geniş bir “Bulgaristan Prensliği” de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, “Aya Stefanos Antlaşması”nı kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran 1878’de “Berlin Kongresi”ni tertiplemişlerdir. Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalanan “Berlin Antlaşması” ile nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devleti doğmuştur.

Bu harpte Bulgarlar ve Ruslar Plevne ve Trakya’da Türklere karşı katliam yapmışlar, on binlerce Türkü öldürmüşlerdir. Bu savaşın komutanı aynı zamanda Rus Grand Dükü olan “Aleksandır N. Nikolayeviçtir.

İşte bu onbinlerce Türk’ün öldürülmesinin emrini veren “Grand Dük Nikolayeviç” için bu gün hala Bulgaristan’da kiliselerde yapılan ayinlerde tercümesi şu olan bir pasaj okunur:

Blagjenopoçivşago osvoboditelya naşego Aleksandır Nikolaeviça i vse voynov padsih na pole brani da pomyanet gospog bog vo tsartvii svoem, vsega i ninye i prismo, i veki vekov

 Bunun tercümesi şöyledir:

Kurtarıcı Merhum İmparator Aleksandır N. Nikolayeviç ve dinimiz ve vatanımızın hürriyeti için şehit olan bütün askerleri Allah katında analım.”

İstanbul’daki T.C. vatandaşlarının cemaatine ait bir kilisede, Bulgaristan’da da olduğu gibi, Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okunmaya halen devam edilmektedir.

http://bulgareksarhligi.blogspot.com.tr/2010/12/93-ya-da-1877-1878-osmanli-rus-harbi-ve.html

NEDEN 7 OCAK?

Kiliseler bir azizin adını alarak anılırlar. Demir Kilise de Aziz Sveti Stefan adıyla anılmaktadır ve Aziz Stefan günü tüm Dünya’da 27 Aralık’tır. İlkbaharda yapılan Paskalya Bayramı’nda kilisenin restorasyon sonrasındaki açılışının 27 Aralık’ta yapılacağı deklare edildi. Sonra binanın yetişmediği ve güvenlik açısından 7 Ocak’ta yapılacağı ortaya çıktı. Ve zaman içinde bu tarih değişikliğinin Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un Türkiye’ye yapacağı resmi ziyarete denk getirilmesi için yapılmış bir düzenleme olduğu anlaşıldı.

Dokuz sene kapalı bir binada, yedi senedir yapılan restorasyon sonucunda 27 Aralık’ta güvenlik açısından hazır olmayan binanın 10 gün sonrasına hazır olması hayli enteresan!

Kutsama törenini Rum Patriği Bartholomoes’a yaptırmayı çok önceden kararlaştırmışlar ve bu şekilde Türkiye’ye bir gol atmayı hedeflemişler!

Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılacak olan bir törende tüm devlet erkânı önünde Bulgar Patrikhanesi’nin “Eleman”ları Bartholomeos’u başköşeye oturtup “Konstantinopolis Ekümenik Patriği” olarak anacaklardı!

Ve andılar da!

Ama kendileri çalıp kendilerinin oynadığı bir ortamda!

BULGAR BASINI 7 OCAK TARİHİNE KADAR SUSKUNLUK İÇİNDE

Bir ay önceden Bartholomeos’un ayini yöneteceği cemaat arasında biliniyordu. Ama Bulgar Basını ve bilinen Yunan/Rum sitelerinde tık yoktu! Bulgar resmi haber ajansı BTA’da bu konuda sanki sansür altındaydı.

Bu konudaki kanaatimiz; Türkiye tarafından bir müdahale yapılmaması için bunu son dakikaya kadar haber ettirmediler! Hatta Türk devlet büyükleri de yanlışlıkla ayin esnasında orada olsalar? Önlerinde Ekümenik Patrik şovunu yapsa? Bu Rum Patrikhanesi açısından inanılmaz biz kazanım olurdu. Türkiye açısından da o derece kayıp…

Gerçi şovlarını yine yaptılar ama kendi kendilerine çalıp oynayarak!

Acaba fazla komplo teorisi mi ürettik? Bu süreçteki basın hareketlerinin bir kısmını irdeleyelim…

Demir Kilise’nin açılışıyla ilgili Bulgar Patrikhanesi’nin resmi web sitesinde bu hususla ilgili tek bir bilgi yer almadı…

Bulgaristan’ın Dışişleri Bakanlığı’na bağlı “BULGARIA.BG” “The Official web portal of the Diplomatic Mission of Bulgaria Abroad” adlı Bulgaristan Yurtdışı Diplomatik Misyonunun resmi web portalında; 17 Ekim’de bir haber çıktı ama haberde Rum Patriği’nin de katılacağı yer almadı…

27 Kasım’da Bulgar Haber Ajansı “BGNES”de çıkan 7 Ocak ile ilgili bir başka haberde de Rum Patriği’nin de katılacağı ve ayini yöneteceği yönünde bir ifade olmadı.

http://www.bgnes.com/bylgariia/obshchestvo/4551376/

Ama Vatikan’ın bir yayın organı olan ve 1927’den itibaren “Papalık Misyon Derneklerinin Bilgilendirme Servisi” olarak tanımlanan “Agenzia Fides”te Rum Patriği’nin 7 Ocak’taki dini törene katılacağı ile ilgili olarak 1 Aralık’ta haber vardı!

Haliç Üzerindeki "Demir Kilisesi"nin Açılış Törenine Erdoğan ve Bulgaristan Başbakanı Borisov Katılacaklar” başlıklı bu haberde: “Konstantinopolis Ekümenik Patriği Bartholomeos ve Bulgaristan Ortodoks Patriği Neofit de bu açılışa katılacaklar” ifadeleri yer aldı.

http://www.fides.org/en/news/63329-ASIA_TURKEY_Erdogan_and_Bulgarian_Prime_Minister_Borisov_will_participate_in_the_inauguration_ceremony_of_the_Iron_Church_on_the_Golden_Horn

SEGABG” (Sega=Şimdi) ajansında ise 28 Kasım’da “BGNES”in haberi kaynak gösterilerek verilen haberin sonunda ilave olarak alttaki paragraf da yer almaktadır.

 “Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva, eski Kültür Bakanı Vecdi Raşidov, Bulgaristan Patriği Neofit ve Ekümenik Patrik Bartholomeos ile her iki ülkeden yaklaşık 1000 konuk açılışa katılacaktır…

27 Kasım’da “VESTIBG” haber ajansında çıkan bir haberde de “Açılışı Ekümenik Patrik Bartholomeos onurlandıracak” şeklinde bir cümle yer aldı.

https://www.vesti.bg/bulgaria/zheliaznata-cyrkva-shte-sybere-erdogan-borisov-i-mozhe-bi-putin-6076611

Bir başka haber ajansı olan “KMETABG”de 30 Kasım’da yayınlanan bir habere göre de Rum Patriği Bartholomeos’un ayine katılacağı “Ekümenik Patrik” olarak tanımlanarak yer aldı.

 “FAKTORBG” adlı haber ajansında çıkan bir haberde ise; “Bulgaristan Başbakanı Borisov ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve diğer yetkililerin katılımıyla 7 Ocak 2018’de Bulgar Patriği Neofit ile Ekümenik Patrik Bartholomeos tesisin açılışını yapacaklardır.” Şeklinde bir ifade yer aldı.

http://www.faktor.bg/bg/articles/politika/na-vseki-kilometar/zhelyaznata-tsarkva-sv-stefan-v-tsarigrad-vazkrasva-za-nov-zhivot

Resmi olmayan Bulgar haber ajansları ve sitelerinde 5 Ocak’tan itibaren Ekümenik Patriğin sıfatı ve ayini Rumca olarak yöneteceği yer almaya başladı.

Mesela BNR’de 5 Ocak’ta verdiği haberin içeriğinde “Ekümenik Bartholomeos’un Bulgar Patriği Neofit ile birlikte ayini yöneteceği”ni yazdı.

http://bnr.bg/post/100916369/remontiraniat-balgarski-hram-sv-stefan-v-istanbul-shte-bade-oficialno-otkrit-na-ivanovden

5 Ocakta bir başka önemli Bulgar kanalı olan Manager.BG’deki haberde de şu ifade yer aldı: “Ayin; Ekümenik Patrik Bartholomeos tarafından Bulgar Patriği Neofit ile birlikte yönetilecektir

5 Ocakta bir başka önemli Bulgar kanalı olan Manager.BG’deki haberde de şu ifade yer aldı: “Ayin; Ekümenik Patrik Bartholomeos tarafından Bulgar Patriği Neofit ile birlikte yönetilecektir

Resmi olmayan Bulgaristan medya kaynaklarında Aralık başından itibaren Rum Patriği’nin ayini yöneteceği hususunda bilgiler çıkarken Bulgaristan Resmi Haber Ajansı susmuş ya da susturulmuş!

Esas komedi 7 Ocak’ta saat 11.00’de yaşanıyor!

Tören başlamış, konuşmalar yapılıyor ama BTA saat 11.14’de sadece Cumhurbaşkanımız ve devlet erkânı ile ilgili haber veriyor. Rum ve Bulgar patrikleri ile ilgili bilgi henüz yok!

Tören bitti ve Türk devlet büyükleri mekândan ayrıldılar ve hele şükür artık Bulgaristan Resmi Haber Ajansı BTA haber ajanslığını nihayet gösterdi!

Saat 14.54’te yaptığı haberde nihayet Konstantinopolis Ekümenik Patriği sıfatını özetle şu şekilde kullandı: “Bulgar Patriği Neofit ve Ekümenik Patrik Bartholomeos, restore edilen kiliseye ilk giren kişilerdi ve kutsama görevini üstlendiler

Şunu vurgulamak istiyoruz ki yapılan her şey Rum Patriği’nin bu ayini yapmasının engellenmemesi içindi…

TÖREN

Açılış seremonisi ve konuşmalar kilisenin yanında İBB tarafından kurulan bir çadırda yapıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve beraberindekiler konuşmaların ardından kilisenin kapısında kurdele kesip içeriye göz attıktan sonra ayrıldılar. Korumalar dışında devlet erkânından hiçbir kişi Rum Patriği’nin yönettiği ayin esnasında kilisede bulunmadı…

BARTHOLOMEOS

Çadırdaki seremonide Rum Patriği en ön sırada ama en solda oturdu. Türkiye’deki diğer dini liderler ikinci sırada Cumhurbaşkanı’nın arkasında oturdular. Cumhurbaşkanı geldiğinde aralarında Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş’in de bulunduğu din adamlarının elini sıktı.

Konuşmacılardan ilki Bulgar Kiliseleri Vakfı Başkanı tarafından yapılırken Bulgar Başbakanı ayağa kalktı ve Bulgar Patriği Neofit’i de kaldırarak Cumhurbaşkanı’nın elini sıktırdı. Ekteki videoda görüleceği gibi Rum Patriği; hayli iri bir adam olan Bulgar Patriği’nin arkasında ayağa kalkarak bekledi ve Bulgar Başbakanı Bartholomeos’u çekerek Cumhurbaşkanı ile tokalaştırdı.

Bir patrikhane haber portalında en solda oturan Rum Patriği’ni sanki özel protokol konuğu gibi gösteren montaj bir foto ile üç beş saniye süren Bartholomeos ile Cumhurbaşkanı’nın el sıkma anını sanki özel bir sohbet gibi gösteren bir foto aynı gün yayınlandı.

Kurdele kesme esnasında ise çok komik bir görüntü oldu. Kurdeleyi kesmek için sırasıyla: Bulgaristan Başbakanı, Bulgar Patriği, Musevi Hahambaşı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş, Enerji Bakanı Berat Albayrak dizildiler. Rum Patriği Baş Müftü Mustafa Hacı Aliş’in arkasından öne çıkmak için uğraştı ama ortaya videoda da görüleceği gibi çok komik görüntüler çıktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve resmi erkânda olanların hepsi; kurdelenin ardından kilisenin içinde kısa bir incelemede bulunduktan sonra mekândan ayrıldılar.

AYİN

Cumhurbaşkanı ve devlet erkânı kiliseden ayrıldıktan sonra başlayan ayin bambaşka bir vaziyete bürünerek tamamen Rum Patriği’nin, Konstantinopolis Ekümenik Patriği sıfatıyla ve büyük bölümünün Rumca olarak icra edildiği bir hal almıştır.

Tarafımızdan açılan 2 ayrı mahkemenin Yargıtay kararlarında Bulgar Cemaati’ne kendi dininde ve dilinde ayin yapma hakkı verilmiş ve bu hakkın Rum Patrikhanesi tarafından gasp edilemeyeceği yasa ile de tescillenmişti.

Bulgar Patriği Neofit ayinde Rum Patriği’ne, Bulgaristan Başbakanı’nın huzurunda “Konstantinopolski, Selenski Patriarh” olarak hitap etti. (Selenski=Slavcada Ekümenik demektir)

Türk devlet yöneticileri bu ayinde yer almış olsalardı, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye tarafından kabul edilmemiş olan Ekümeniklik tescillenmiş olmaz mıydı?

Rum Patriği, büyük kısmını Rumca olarak icra ettiği ayinden sonra Türkçe bir konuşma yaptı ve ev sahibi gibi devlete ve konuşmadaki üsluptan görüldüğü gibi sanki kilisenin hâkimi gibi Cumhurbaşkanı’na teşekkür etti. Oysaki Sayın Cumhurbaşkanımız konuşmasında özellikle Bulgar Cemaati’nin kendi dininde ve dilinde ayin yapma hakkına da yer vererek bu hususu vurgulamıştır.

Demir Kilise daha Bulgaristan’ın devlet olarak yer almadığı bir tarihte Türkiye’deki Bulgar ve Makedon Osmanlı vatandaşlarının paralarıyla inşa edilmiştir.

Bulgaristan hem devlet olarak dost görünüyor ama bir yanda da neden bu oyunun içinde yer alıyor ve “Ekümenizm”i destekliyor?

Burada şu soru da sorulabilir:

Parayı ve gereken izinleri veren Türkiye…

Bulgaristan’a ve Bulgar Cemaati’ne en üst düzeyde saygı gösteren de Türkiye!  

Peki, Rumlar bunun neresinde?

Bu kepazeliğe alet olan, Bulgar Kiliseleri Vakfı yöneticileri ve Bulgaristan Devleti’nin maksatları nedir?

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında Bulgar Cemaati’nin kendi dininde ve dilinde ayin yapma özgürlüğüne dikkat çektiğini yukarıda yazmıştık. 7 Ocak’ta olan hadise; Türkiye’nin tüm Gayrimüslim topluluklara verdiği “Kendi dilinde ve dininde ibadet etme hakkı”nın gaspıdır.

----------------------

Bulgar Cemaati’nden her bireyin bu konuda TCK’ya istinaden dava açma hakkı vardır.

Türkiye vatandaşı olan her bireyin ise (Yazının yukarısında ayrıntısı bulunan) İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinde; Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okuyan papaza ve buna göz yuman vakıf yöneticilerine dava açma hakkı da vardır.

----------------------


SVETİ STEFAN DEMİR KİLİSE'NİN RESTORASYONDAN SONRA AÇILIŞI 7 OCAK 2018


7 Ocak 2018 Pazar günü, İstanbul’un Fener Semti’nde bulunan ve halk arasında “
Demir Kilise” olarak bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin 7 sene süren restorasyonundan sonra yeniden açılışı seremonisi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımıyla yapıldı.