19 Nisan 2011 Salı

BOJİDAR ÇİPOF 18 NİSAN 2011'DE TEK RUMELİ TV'DE



Bojidar Çipof; 18 Nisan2011'de Tek Rumeli Tv, akşam haberlerinde Murat Er'in telefonla konuğu oldu. Yunanistan'ın Batı Trakya'daki Türk okullarının yarısını kapamak üzere harekete geçmesini ve İstanbul'daki Rum okulllarının statüsünü mukayese etti.

18 Nisan 2011 Pazartesi

BİR MEGALİ İDEA OPERASYONU: SIRA ŞİMDİ RUM OKULLLARININ BİNALARINDA

Bir yandan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gayretleri sürerken, öte yandan Rum Patrikhanesi’ne “Vatikanlaşma” ya da Türkiye üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurulmasını kabul etme ile eş anlamlı olan “Ekümeniklik” statüsünün Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirilmesi gayretleri uzunca bir zamandır sürmektedir. Bu konuda ABD ve AB devletleri de Hükümet üzerinde baskıcı bir süreci işletmektedir.

Batı Trakya’da mütekabiliyet ile açıklanması mümkün olmayan bir şekilde, seçilmiş müftülerin görev yapması engelleniyor, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz ay Batı Trakya’daydı ve oradaki Türklere “Müslüman Türkler” şeklinde hitap etti diye provokatör ilân edildi. Batı Trakya’daki Türk vakıflarının üzerinde çok yoğun bir baskı var ama burada Rum Patrikhanesi’ne verdikçe yetmiyor “daha” diye bağırıyorlar, “eziliyoruz, baskı altındayız” diyorlar.

YÖK Yasası ile açıklanması mümkün olmayan taleplerle Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmak istiyorlar ki bu okulu 1971’de YÖK’e bağlanmayı kabul etmedikleri için kendileri kapattı. Dini meclislerinde yasalara aykırı olarak yabancı uyruklu papazlara görev verdiler, ardından onlarca papaza Türk vatandaşlığı verilmesini sağladılar. Büyükada Yetimhanesi’nin tapusu çok kısa bir süre evvel Rum Patrikhanesi’nin üzerine tescil edildi. Ardından 1925’te Türkiye ile Yunanistan’ı yeni bir savaşa sürükleyen Patrik Konstantin Araboğlu’nun kemikleri İstanbul’a getirtildi ve burada gömüldü, hemen akabinde 120 bin Yunan vatandaşının Türk vatandaşlığı talepleri ortaya çıktı.

Dikkat, dikkat, dikkat…

Patrikhane lehine olan bu edinimlerin hepsi son 2 yıl içinde, büyük kısmı ise 2010 içinde ve 2011 başında gerçekleşti.

Dalga dalga ilerleyen bir “Megali İdea” operasyonu, uluslararası güçlerin de baskısıyla Türkiye’de sürdürülüyor. Yudum yudum içirilen bir “zehir” gibi ülkemizi sarıyorlar. Bir edinim sağlanıyor, hemen ardından diğer edinim için çabalar başlıyor. Bu askeri stratejik yapılanmalarda görülen, ilerideki tarihler için öngörülen planlar gibi yürütülüyor. Efsunlanmış gibi bakakalmış seyrediyoruz. Aklımıza Batı Trakya ile burada olanları kıyaslamak ya da “mütekabiliyet” kavramı hiç gelmiyor.

Şimdi, “Megali İdea” ülküsünün gerçekleşmesi gayretleri süredururken İstanbul’daki kapalı Rum okullarının mülkleri ile ilgili bir gelişme var!

Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu yönetimi, mahkemeye başvurarak ve öğrencileri kalmadığı gerekçesiyle okulun kapanmasını sağladı. Bu okulun resmen kapanmasını emsal alan Milli Eğitim Bakanlığı, “Arnavutköy Rum İlköğretim Okulu” ile Balat'taki “Yuvakimyon Kız Lisesi”nin de kapanmasına karar verdi.

Bu kararın hemen ardından, İstanbul'da öğrencisiz olan 13 okul için daha emsal niteliği taşımakta olduğu şeklinde açıklamalar başladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan “Vakıflar Meclisi”nde “Azınlık Vakıfları Temsilcisi” olarak bulunan ve “Bartholomeos’un Prensi” olarak tanınan, 25 Mart 2011’de “Boyacıköy Rum Kilisesi”nde kendisine “archon” ünvanı verilen “Pandeli Laki Vingas” bir açıklama yaptı. Açıklamada, azınlık vakıflarının bu karardan memnun oldukları şöyle ifade edildi: “Yıllardan beri faal olarak kullanılmayan okulların kapatılmasından çok mutluyuz. Çünkü 30-40 yıldır öğrencisi olmayan binalarımız var. İlkokullarımızda da maalesef Kadıköy’de bir, Büyükada’da iki çocuk var. Dolayısıyla fonksiyonel olarak zayıflamış bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Çok güzel projelerimiz mevcut. Binaları müze, kültürel etkinlik yapacağımız bir yer, lisan kursu hatta misafirhane olarak kullanabiliriz.

Aklımıza hemen şu soru geldi: “Efendiler, siz bu Heybeliada Ruhban Okulu’nu niye açmak istiyorsunuz? Öğrenciniz yok da hani ondan sorduk…”

Ne kadar çelişkili bir durum... Ne kadar da ikilemlerle dolu bir hadiseyle karşı karşıyayız.

1500 kişilik Rum Cemaati’nde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılan son taze vatandaş papazlarla birlikte 100 kadar farklı dini rütbelerde papaz kadrosuna ulaşıldı. Bu sayı 1500 kişi için inanılmaz bir orantıdır. Yunanistan’daki dini görevli sayısı bile bu orantıda değildir.

Papaz sayısının azlığı bahanesiyle Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istiyorlar ama o okulda okuyacak öğrenci yok! Ne olacak? “Getirtiriz” Peki, öğretmen de yok! O ne olacak? “Onu da getirtiriz.

Yahu Dünya’da size papaz sağlayacak ve zaten sizin emrinizde, maiyetinizde olan çok sayıda okul varken neden illa da bizim yasalarımızı delerek dini okul açmak istiyorsunuz?

Burası Konstantinopolis, burası Bizans’ın merkezi ve burada bize maiyet lazım, burada bize gayrimenkul lazım…

İşte bu yüzden Büyükada Yetimhanesi’nin ve daha birçok gayrimenkûlün tapusunun Patrikhane adına tescil edilmesi/ettirilmesi önemlidir. Bu bağlamda şu an çeşitli Rum vakıflarının üzerinde olan, açık ya da öğrencisizlikten kapalı durumda olan okulların tapularının Patrikhane adına tescili için çok büyük gayret içindeler. Bunlardan en başta geleni Patrikhane’nin yanında bulunan “Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu”dur.

Aşağıda halen faaliyette olan, öğrencisi bulunan Rum okullarının, öğrenci olmadığı için ya da “Heybeliada Özel Rum Lisesi” örneğinde olduğu gibi kendi menfaatleri için faaliyette bulunmadıkları Rum okullarının ve bir kısmı mazbut, bir kısmı da bir Rum vakfının mülkiyetinde görünen kapalı Rum okullarının tam listesini veriyoruz.

Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas’ın ağzından bu okulların başka amaçlarla kullanılmak üzere “resmen” kapatılmaları için işleyen hukuk sürecini ve kapatılmalarının ardından buralarda yapmak istedikleri “masumane” amaçlarını duymaya başladık. Bazı gazetelerin iç sayfalarında ya da haber portallarında ise şu ya da benzeri haberler yer aldı:

“İstanbul'da öğrencisiz kalan azınlık okulları kapatılıyor. Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu’nun kapatılmasına karar veren mahkeme kararı emsal oldu ve iki Rum okulu daha kapatıldı.”

Kapalı durumda olan Rum okullarının öğretime kapanması ile birlikte buraların başka amaçlarla kullanılması sürecinde, Büyükada Yetimhanesi örneğinde olduğu gibi mülkiyetlerinin Rum vakıflarından alınarak Rum Patrikhanesi adına tescil edilmesi sorunu ile karşı karşıya kalınacaktır. Devreye AİHM girerse -ki bunun emsali de artık vardır- Türkiye Cumhuriyeti yasaları hilafına “Tüzel Kişilik” olmayan bir kurumun üzerine tapu tescili ile “maiyet” olarak artık güçlenen Patrikhane bu kez de “mülkiyet” açısından güçlenecektir. Bu arada, Rum Patrikhanesi’ni, yurt dışında çok önemli 18 mülkü olduğu da bilinmelidir.

Efendiler, siz bu Heybeliada Ruhban Okulu’nu niye açmak istiyorsunuz? Öğrenciniz yok! Zaten öğrenciniz olmadığı için elinizde bulunan Rum okullarının kapıları kapalı ve bu kapalı okulların resmen kapatılması ve başka amaçlarla kullanılması için hukuk yoluyla adımlarınız var.

Bu ne çelişkidir! Düşün artık Türkiye’nin yakasından. Ya da düşürün şu ağzınızdaki, kafanızdaki, planlarınızdaki tüm “TAŞLARI” yiyeceğimiz “KAZIĞIN” boyunu şimdiden bilelim…


AÇIK ve KAPALI RUM OKULLARININ LİSTESİ

Faaliyette Olan Rum okulları

l - Özel Zapyon Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi

2- Özel Zoğrafvon Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi

3- Özel Fener Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi
 “Kırmızı Mektep” olarak da bilinir.

4- Özel Langa Rum İlköğretim Okulu

5- Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu
Patrikhane’nin yanında bulunan bu okulun tapusunun, tüzel kişilik olarak mülkiyeti sahibi olan Rum vakfından, Patrikhane adına devredilmesine çalışılmaktadır.

6- Özel Karaköy Rum Ana ve İlköğretim Okulu

7- Özel Arnavutköy Karma Rum İlköğretim Okulu

8- Özel Kadıköy Rum İlköğretim Okulu

9- Özel Büyükada Rum İlköğretim Okulu

Resmen Kapanmamış Ancak Faaliyette Olmayan Rum Okulları

l- Heybeliada Özel Rum Lisesi
1951'de bir kararnameyle Lise Bölümü Ruhban Okulu'ndan ayrıldı. 1971'de Ruhban Okulu YÖK Yasası’na uymak istemedikleri için kapandı ancak lise bölümü resmen kapanmadı fakat 1984'te faaliyetlerini durdurdu.

2- Özel Merkez Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi

3- Fener Yoakimyon Rum Kız Lisesi

4- Özel Ayakostantin Rum Anaokulu ve İlköğretim Okulu

5- Özel Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu

6- Özel Feriköy Rum İlköğretim Okulu

7- Özel Bakırköy Rum İlköğretim Okulu

8- Özel Yeşilköy Rum İlköğretim Okulu

9- Özel Yeniköy Rum İlköğretim Okulu

10- Özel Tarabya Rum İlköğretim Okulu 

Kapalı Rum Okulları
l- Beşiktaş Rum İlkokulu

2- Ortaköy Rum İlkokulu

3- Büyükdere Rum İlkokulu

4- Bebek Rum İlkokulu

5- Boyacıköv Rum İlkokulu

6- Sarıyer Rum İlkokulu

7- Aya Triada Rum İlkokulu

8- Aynalıçeşme Rum İlkokulu

9-Nane Rum İlkokulu

10- Evangelistria Rum İlkokulu

11- Kumkapı Rum İlkokulu

12- Samatya Rum İlkokulu

13- Edirnekapı Rum İlkokulu

14- Balat Rum İlköğretim Okulu

15- Cibali Rum İlkokulu

16- Lonca Rum İlkokulu

17- Ksiloporta Rum İlkokulu

18- Hasköy Rum İlkokulu

19- Hagios Potiras Antifonitis İlkokulu

20- Edirnekapı Rum İlkokulu

21- Salmatombruk Rum İlkokulu

22- Panavia Suda (Eğrikapı) Rum İlkokulu

23- Topkapı Rum İlkokulu

24- Fener-Muhlio Rum İlkokulu

25- Büyükada Rum Yetimler İlkokulu

26- Heybeliada Rum İlkokulu

27- Burgazada Rum İlkokulu

28- Kınalıada Rum İlkokulu

29- Üsküdar Rum İlkokulu

30- Kandilli Rum İlkokulu

31- Çengelköy Rum İlkokulu

32-Kuzguncuk Rum İlkokulu

33-Yeldeğirmeni Rum İlkokulu

34-Kalamış Rum İlkokulu

35-Beykoz Rum İlkokulu

36-Paşabahçe Rum İlkokulu

37-Altımermer Rum İlkokulu

38-Yenimahalle Rum İlkokulu

39-Tahtaminare Rum İlkokulu



10 Nisan 2011 Pazar

BULGARİSTAN’DAKİ “MÜFTÜ KRİZİ” VE TÜRK DÜŞMANLIĞI

31 Ekim 2009'da Bulgaristan’daki Türklerin Başmüftü olarak Mustafa Aliş Hacı’yı seçmesiyle birlikte Yunanistan’ın Batı Trakya’daki seçilmiş başmüftülere yaptığı gibi bir uygulama başladı. Bulgaristan Yüksek Mahkemesi’nin seçimi tanımaması, şaibeli bir kişi olan Nedim Gençev’i bu göreve getirmiş oldu ve protestolar başladı. Bulgaristan’ın farklı illerinden gelerek Sofya’da toplanan bine yakın din adamı bir toplantı yaptılar ve ardından bir yürüyüş gerçekleştirdiler.
Seçilmiş Başmüftü Mustafa Aliş Hacı bu atama kararı ile ilgili olarak şu sözleri söyledi: “Hiç bir zaman devletin karşısında olmadık. Biz Bulgaristan'ın hepimiz için ana olmasını istiyoruz. İrademizi özgürce belirtmek istiyoruz. Özgürlük, barış ve tüm ülke halkı için eşitlik diliyoruz, dinimizi özgürce yaşamak istiyoruz.”  Başmüftülük Avukatı Asan İmamov da mahkeme kararının aksine Mustafa Aliş Hacı’nın seçiminin tamamen yasalara uygun olarak yapıldığını dile getirdi. Toplantıda, 150 bin Müslüman’ı temsilen imam ve müftülerin hazırladığı bir deklarasyon da Bulgaristan devlet makamlarına gönderildi ama bir işe yaramadı.
2010 yılı içinde Bulgaristan Devleti bir yandan olumlu izlenim verme gayreti gösterdi ama diğer yandan da devlet kurumları, başta mahkemeler Todor Jijkov ruhunun daim olduğunu, asimilasyoncu kafaların değişmediğini ortaya koydu. Bulgaristan’daki Türk kompleksi ve düşmanlığının süregeldiği, devlette ve halkta bu konuda oturmuş bir olgu olduğu ve Bulgaristan’ın gösterdiği dostluğun “sahte” olduğu gözlemlenmektedir.
Bulgaristan, 1925 yılında bir çarlık; 1944’te sosyalist cumhuriyet; 1991’de de kansız bir ihtilal ile demokratik cumhuriyet olmuştur.  Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Bulgaristan’ın ikili olarak ya da taraf olarak imzaladıkları birkaç anlaşma vardır. Bulgaristan Krallığı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 18 Ekim 1925 tarihinde yapılan “Dostluk Antlaşması” ve onun eki olarak da aynı tarihte imzalanan “Oturma Sözleşmesi” ise bunlar arasında önem arz eden antlaşmadır. Kadük olup olmadığı günümüzde tartışılan 1925 Antlaşması ve eki, üçer sayfalık ve çok kaba hatlarla tanımlamalar yapan belgelerdir.
Bu tarihsel süreçte, soydaşların hukuki ve sosyal sorunları süregelmiştir. Todor Jifkov döneminde vuku bulan ve soykırıma varan olaylar ise hâlâ hafızalardadır. Şimdi ortaya çıkan bu tabloda, Jifkov ruhunun devam ettiği görülüyor. Bu güne kadar sessizce süregelen bir baskı ve çığlık söz konusudur. Bulgaristan Türkleri de aynı Yunanistan Türkleri gibi Bulgaristan’da “Türk” değil “Müslüman” topluluk olarak telakki edilmektedirler.
1993 ile 2007 yılları arasında görev yaptığımız (Türkiye’deki) Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda üç cumhurbaşkanı, pek çok başbakan, çok sayıda bakan ve milletvekili ağırladık. Bunlar arasında yine çok sayıda Türk asıllı milletvekili de bulunuyordu. Görünen dostluk ve sempatinin samimi olmadığı ve soydaşları ”oy potansiyeli”, Türk partilerini de “koalisyon” için “dolgu maddesi” olarak gördüklerini çok önceden gözlemledik.
Şimdi karşı karşıya kalınan durum artık su yüzüne çıkan Türk düşmanlığıdır. Batı Trakya’da “seçilmiş müftü”lere karşı ortaya çıkan “atanmış müftü” olayı Bulgaristan’da da zuhur etmiştir. Komünist Rejim’de polise ajanlık yaptığı iddia edilen Nedim Gencev, Bulgar Devleti tarafından, 1996 yılında olduğu gibi yine atanmış başmüftü olarak kabul ettirilmek istenmektedir. 
Nedim Gencev’in Plovdiv’de (Filibe) bulunan Cumalı Cami’sinin kapılarını serserilere kırdırdığı, Rodoplar’daki camilere baskınlar düzenleterek sindirme yapmak istediği de iddialar arasındadır. Rudozem, Kornitsa, Breznitsa’da ve Dospat’ta,yine bu bağlamda sildirmek için çok sayıda imam gözaltına alındı ve uzun sorgulamalardan sonra serbest bırakıldılar. Sofya’da ise icra memurları Sofya Bulgaristan Baş Müftülüğü binasını mühürlediler ki esas vahim mesele de budur.
Türkiye’ye neden kaşının üzerinde göz var dercesine AB üyesi yapmamak için akla gelmedik zorluklar çıkaranlar, Türkiye’yi baskıcı ve insan hakları ihlalcisi ilan edenler; AB üyesi Bulgaristan’daki insan haklarını göz ardı etmektedirler.
2009’da mahkeme kararıyla iptal edilen Başmüftülük seçimi için 12 Şubat 2011’de yine kongre yapılmıştı ve Mustafa Aliş Hacı yine oylamada birinci olmuş, AB İnsan Hakları Komisyonu üyeleri de gözlemci olarak bu kongreye katılmışlardı. 2009’da olduğu gibi yüksek mahkeme yine bu kongreyi tescil etmedi.  Nedim Gencev ise bu süreçte, az bir katılımla “alternatif” bir kongre düzenlemişti. Bulgaristan bu alternatif kongreyi tescil etmek istemektedir.
Mustafa Aliş Hacı tarafından AİHM’ye taşınan bu haksızlık için şimdi AİHM hâkimlerinin ne karar vereceği de merak konusudur. Zira Türkiye’deki Rum Patriği “grip” olsa neredeyse “Patriğe ne yaptınız” diyecek olan AB ve AİHM bakalım bu haksız durumda ne yapacaklardır.
12 Şubat’taki kongreye Bulgaristan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ve Başbakanı Boyko Borisov’un birer tebrik mesajı göndermeleri ise resmen “ironi” anlamındadır. Bu mesajları 1,5 Milyon Türkün bulunduğu Bulgaristan’da bir kafa karıştırma ya da nifak sokma olarak algılayanlar da çoktur. Bir tarihçi olan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’un bu davranışının altında yatan nedenin, Soğuk Savaş dönemlerinde çok gözlenen tipik bir KGB türü kontrenformasyon olması olasıdır.
Bulgaristan'da Seçilmiş Başmüftü Mustafa Aliş Haci'nin basın merkezinden şu açıklamalar yapılmıştır:
Son iki yılda Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülüğü ve Müslüman Cemaati’ne karşı yürütülen yasa dışı eylemler hakkında bulunduğumuz şikâyet ve suçlamalara karşın bir tek soruşturma ya da önlem alınmamıştır. Savcılık, İçişleri Bakanlığı, Devlet Milli Güvenlik Ajansı, Milli Gelirler Ajansı, Bakanlar Kurulu’na bağlı Diyanet Müdürlüğü ve diğer devlet makamları Başmüftülüğe karşı eylemlerini sürdüren kişilerin arkasındadır. (...)  Gerekirse, her ay konferanslar düzenlemeye de hazırız, ancak bu girişimlerimiz siyasiler tarafından dikkate alınmamaktadır. (...) Biz, Bulgaristan’daki bütün Müslümanları temsil ediyoruz ve bu 12 Şubat’ta yapılan olağanüstü kongrede kanıtlandı. En yakın zamanda Sofya’daki Başmüftülük binasına gideceğiz ve mühürlenmiş olan binanın tekrar Müslümanlara hizmet vermek üzere açılmasını sağlayacağız.”
Görünen odur ki, Bulgaristan’da da aynı Batı Trakya’daki seçilmiş müftüler krizinin bir örneği yaşanmaktadır. Yunanistan’la Türkiye arasında her zaman korunan ”hasım” olma durumu, “dost” ülke görünümüne rağmen Bulgaristan’la da vardır ve bu Bulgaristan’daki, Osmanlı’dan süregelen Türk düşmanlığının ortadan kalkmadığını, devlet eliyle sürdüğünü gözler önüne sermektedir.



6 Nisan 2011 Çarşamba

AB VE AİHM TÜRKİYE’YE PATRİKHANE LEHİNE ÇOK BEDEL ÖDETECEK

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hukukun tarafsızlığını, Türkiye lehine kullanmamakta olduğu çıkan birçok kararda görülüyor. Bu da bize ister istemez AİHM’nin bağımsız bir organ değil de Avrupa Birliği’nin siyasi bir kanadı olarak çalıştığı izlenimi vermekte.

Avrupa Birliği’nin ise üyeliğimiz yolundaki bitmez tükenmez talepleri var ve bizi birliğe almamak adına neredeyse “Kaşınız üzerinde gözleriniz var. Bu nedenle sizi alamayız” diyecekler. Bu söylem belki biraz müstehzi bir benzetme oldu fakat süreçleri takip eden her birey bunu görebiliyor. AB; Türkiye’yi birliğe almayacak...

Bu yazımızda; uzmanlık alanımız olan Fener Rum Patrikhanesi üzerinden örnekleyerek AİHM’nin ve AB’nin yanlı tutumlarını ve Türkiye ile Türklere ne kadar negatif ayrımcılık sergiledikleri üzerinde duracağız.

AB kanadından sürekli olarak Türkiye’de hukukun bağımsız olmadığı öne sürülür. Fakat Türk Yargısı tarafından AB’nin genel prensiplerine halel getirecek bir karar söz konusu olursa o zaman AB nasıl davranır?

Bugün Türkiye’de Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenik” olmadığına en önemli mesnet; tarafımızdan açılmış olan bir davanın, 13 Haziran 2007’de Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin verdiği kararla alınan neticesidir. Bu kararın, 26 Haziran 2007’de Anadolu Ajansı’na düşmesiyle birlikte uzun bir tepki maratonu başlamıştı. Kararın açıklanmasından bir gün sonra da Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos; Yargıtay’ dil uzatan bir söylemle kararı eleştirdi. Aynı esnada toplantı halinde olan AB üyeleri dışişleri bakanları toplantısı kesilerek Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni tarafından da aynı şekilde Türkiye’ye ağır eleştiriler yapıldı.

Buraya kadar belki normal görülebilir bir tepki söz konusuydu. Zira zaten Yunanistan’ın bir kurumu gibi çalışan Rum Patrikhanesi’nin menfaatleri söz konusuydu. Ancak Bakoyanni’nin ardından, Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu üyesi Oli Rehn’in bir basın açıklaması yaparak Yargıtay kararını kınaması; AB’nin genel tavrını bize gösterdi.

Tabi AB bu kadarla kalmadı ve karar; Türkiye’nin Avrupa Birliği 2007 İlerleme Raporu’na da girdi. Bağımsız Yargıdan bahseden Avrupa, bu kez Türk Yargısı’nı hedef aldı ve Yargıtay’ın verdiği kararı tenkit etti.

Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliği AB için o kadar önemli ki 2007’deki Yargıtay kararına tepki içeren paragraf; 2008, 2009 ve 2010 ilerleme raporlarımıza ekleniyor.

2007 İlerleme Raporu’nun, bu Yargıtay kararıyla ilgili olan İngilizce ve Türkçe bölümleri şöyledir:

İngilizce metnin 17. Sayfası

The Ecumenical Patriarch is not free to use the ecclesiastical title Ecumenical on alloccasions. In June 2007, the Court of Cassation ruled on a case against the Holy Synod of the Ecumenical Patriarchate. The Court acquitted the accused. However, it also concluded that there is no basis in Turkish legislation providing that the Patriarchate is Ecumenical; that the Patriarchate is a religious institution which has no legal personality; that persons who participate and are elected in religious elections held in the Patriarchate should be Turkishcitizens and be employed in Turkey at the time of the elections. This decision potentially creates further difficulties to the Patriarchate and to other non-Muslim religious communities in the exercise of their rights guaranteed under the ECHR.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın tercümesi 16. sayfa

Ekümenik Patrik, dini “Ekümenik” ünvanını her vesileyle kullanma özgürlüğüne sahip değildir. Haziran 2007’de, Yargıtay, Ekümenik Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisine karşı açılan dava hakkında karar vermiştir. Mahkeme, sanığın beraatına hükmetmiştir. Bununla birlikte, kararda, Türk mevzuatında Patrikhaneyi Ekümenik kılan hiçbir dayanağın bulunmadığına, Patrikhanenin tüzel kişiliği bulunmayan bir dini kurum olduğuna, Patrikhanede yapılan dini seçimlere katılanların ve seçilenlerin Türk vatandaşları olmaları ve seçim tarihinde Türkiye’de çalışıyor olmaları gerektiğine hükmedilmektedir. Bu karar, Patrikhanenin ve diğer gayrimüslim dini toplulukların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından teminat altına alınan haklarını kullanmalarında ilave sorunlara yol açma potansiyeli vardır.


2007’deki bu kararda aslında açılan davada Kamu adına istenen hapis cezası verilmemişti ve bu anlamda da davalı Rum Patriği Barholomeos ve 12 Sen Sinod üyesi papaz (metropolit) beraat etmişlerdi. Ancak gerekçeli kararda Rum Patrikhanesi’nin ekümenik olmadığı net bir şekilde ortaya konmuş ve Yargıtay 4. Ceza Dairesi de kararı “oy birliği” ve “esastan” onamıştı.


2007’de tarafımıza çok sayıda “dostumuz” kararda hapislik çıkmadığı için tashihi karar yapmamız ve sonra da AİHM’ye götürmemiz için telkinlerde bulundu. Bunu yapmadık çünkü sonucun ne olacağını biliyorduk. AB’nin siyasi anlamda bir kanadı olan AİHM’de Rum Patrikhanesi’nin aleyhine bir karar çıkması mümkün değildir. Deliller ve haklar yüzde yüz Patrikhane’yi haksız da kılsa bu mümkün değildir. Neden mümkün olmadığını ise belgeleyerek şu şekilde ortaya koyabiliriz:

29 Kasım 2010’da Rum Patrikhanesi’nin, AİHM’de açtığı bir davanın sonucunda ve Türkiye’de bir ilk olarak Büyükada Yetimhanesi’nin tapusu “tüzel kişilik” olmayan Patrikhane üzerine tescil edildi. Bu Rum/Yunan tarafında çok büyük sevinç yaratan kararda acaba AİHM “adil” mi davranmıştı? Bunun cevabını bu dava dosyasının aslı elimize geçtiğinde anladık.

AİHM bu davayı; “AFFAIRE FENER RUM PATRİKLİĞİ (PATRIARCAT ŒCUMÉNIQUE) c. TURQUIE (Requête no 14340/05) STRASBOURG 8 Juillet 2008” olarak kabul ederek Patrikhane’nin Ekümenikliğini baştan kabul etmiş olmaktadır ama dava dosyasının ilk paragrafı “Bu kadar da olmaz” dedirtecek boyuttadır.

Dosyanın 2 sayfasındaki ilk paragraf aynen şöyledir:

“I. LES CIRCONSTANCES DE L’ESPÈCE

6. Le requérant, Fener Rum Patrikliği (le Patriarcat œcuménique), est une Église orthodoxe établie à Istanbul qui dispose d’une primauté d’honneur et d’un rôle d’initiative et de coordination dans l’ensemble du monde orthodoxe. Actuellement, il réunit et représente la minorité orthodoxe en Turquie. Il est représenté par Sa Sainteté le patriarche œcuménique Bartholoméos Ier. “

Bunun tercümesi ise şu şekildedir:


“I. DAVANIN KOŞULLARI

Fener Rum Patrikliği Ortodoks dünyasının en önde gelen ve inisiyatif ve eşgüdüm rolünü haiz İstanbul’da kâin Ortodoks kilisesidir. Fener Rum Patrikliği hâlihazırda, Türkiye’deki Ortodoks azınlığı bir araya getirmekte ve temsil etmektedir. Fener Rum Patrikliği Ekümenik Patrik 1. Bartholomeos tarafından temsil edilmektedir.”

Bu başlangıçtan sonra, bu kadar “övgü” ve “yüceltme” içeren başlangıçtan sonra davanın içeriği ve delilleri ile pek fazla ilgilenmek gerekli değildir kanısındayız ki karar da lehlerinde çıkmıştır.

Rum Patrikhanesi; AİHM’de Türkiye’yi şikâyet etmeye iyi alıştı. Bir iki sene evvel Fener’deki “Kırmızı Mektep” için de sessiz sedasız 1 Milyon Euro tazminat kazandılar ve bu para kasalarına girdi.

Şimdi ise çok ilginç bir davayı daha geçen hafta açtılar. Ortaköy’de bulunan ve mazbut durumda olan bir bina; 5 Aralık 2009’da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından, “Avrupa Birliği Genel Sekreterliği İstanbul Bürosu” olarak hizmete açılmıştı Halen bu binayı; ABGS ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ortak kullanmaktadırlar.

Burada şunu vurgulamak gerekir ki “Avrupa Birliği Genel Sekreterliği” Türkiye Devleti’nin AB ile koordinasyonu sağlamak üzere kurulmuş bir kurumudur. Sıfatından bir AB Kurumu olduğu anlaşılmamalıdır.

Mazbut olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde olan bu bina ile ilgili yenileme ve tamir aşamasında hiçbir harekette bulunmadan beklenilmişti. İşte şimdi Büyükada Yetimhanesi’nin tapusu ile ilgili kararın nasıl önemli olduğu ve nasıl “emsal” teşkil edeceği anlaşılmaktadır. Çünkü bu bina ile ilgili AİHM’ye gidilmesi Yetimhane’nin ardından start almıştır.

Görünen odur ki, “ortaklar” AB ve Patrikhane/Yunanistan, “organ” AİHM kanalıyla Türkiye’ye daha çok “bedel” ödeteceklerdir.