14 Mart 2014 Cuma

1964’TE TÜRKİYE’DEKİ YUNANLILARIN SINIR DIŞI EDİLMELERİ



Geçtiğimiz günlerde Babil Derneği (Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği) tarafından, Tophane Lüleci Hendek Caddesi’ndeki eski Tütün Deposunda “20 Dolar 20 Kilo”  adlı 30 Mart’a kadar devam edecek olan bir sergi açıldı. 1964’te Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmelerinin 50. Yılı vesilesi ile düzenlenen 20 Dolar 20 Kilo Sergisi ile birlikte birçok medya organında “Bilinmeyen sürgün” ya da “1964 sürgününün gizli yönleri” şeklinde başlıklar çıktı.

15 Mart Cumartesi saat 16'dabahsi geçen sergi mahallinde; “İstanbul'un Son Sürgünleri” başlıklı, Rıdvan Akar, Cengiz Aktar, Ceren Sözeri, İlay Örs, Samim Akgönül, sürgün mağduru olarak lanse edilen; Dionysinos Angelopoulos ve Eirini Fragkou ile İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu’nu temsilen Mihail Mavropoulos’un konuşmacı olarak katılacağı bir panel de düzenlenecektir.

Babil Derneği yetkililerine göre; “Yakın tarih bildiğiniz gibi değil, size anlatıldığı gibi değil.”dir… Babil Derneği; 1964’te Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmesini bir “Tehcir” olarak kabul etmektedir ve önümüzdeki Ekim ayında Bilgi Üniversitesi’nde bu konuda ayrıca uluslararası bir konferans da tertipleyeceklerdir.

Geçtiğimiz yüzyılda Dünya’nın birçok yerinde maalesef trajediler yaşanmış ama bu trajedileri yaşayanlar ile yaşatanlar bir noktada barışmaya çalıştılar. Bu konuda; Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya da Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombalarını ve daha birçok örnekleme yapmak mümkün…

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de yaşanan “Varlık Vergisi” ile “6-7 Eylül Olayları” da bu bağlamda gerçek birer trajedidirler ve bunu birçok yazımızda vurguladık.

1942’deki  “Varlık Vergisi” TBMM’de kabul edilmiş, kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile uluslararası platformlardaki tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte kaldığı sürede yaşananlardan ötürü ardında binlerce mağdur bırakmıştır.

1955’teki “6/7 Eylül” olaylarının boyutu ise ancak devletin bazı katmanlarının organizasyonu ile oluşabilecek mahiyettedir ve bu hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış, hatta bu olayların ardından küserek Türkiye’den göç eden bir dalga da yaratmıştır.

Bu her iki olay da Türkiye’nin ayıbıdır ve tabi ki bunların yaşanmaması gerekirdi. Göz ardı edilmemesi gereken ise bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından kabul edilmiş ve mağdurlarına özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur.

Son yıllarda Varlık Vergisi ile 6/7 Eylül hadiselerinin yanı sıra başka iki husus kullanılarak Türkiye hakkında gerçek bilgilere haiz olmayan iddialar ortaya atılmaya başlandı. Bunlardan biri 1923/24 Mübadelesi ve diğeri de 1964 sürgünleridir.


1923/24 MÜBADELE-İ AHALİ

Nüfus Mübadelesi; Lozan Anlaşması’nın ardından Lozan’da taraf olan ülkelerin ve Türkiye ile Yunanistan’ın da karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul ve birlikte uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve BM’nin oluşturduğu, “Mübadele-i Ahali Komisyonu”  tarafında organize edilerek uygulanmıştır.

Mübadele kapsamında; Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile Türkiye’de yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu sağlandı. Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar bu mübadeleden muaf tutuldular. Bu göç vesilesiyle mağdur olanların sayısı çok fazladır ama oluşan mağduriyetlerde tek başına Türkiye suçlanamaz ve bu bağlamda Mübadeleyi Türkiye’nin yarattığı bir trajedi olarak kabul ve lanse etmek ise tam anlamıyla bir haksızlıktır. Çünkü ahali değiş tokuşunu gerçekleştirmek üzere kurulan uluslararası komisyonda; Türkiye ve Yunanistan taraflarını temsilen dörder kişi ile BM tarafından, (1.Dünya Savaşı’na katılmamış ülkelerden) seçilen üç kişi görevlendirilmiş ve adına kısaca “Karma Komisyon” denilmiştir.

Karma Komisyon görevini 8 Ekim 1923’ten, 21 Haziran 1924’e kadar Atina’da daha sonra ise İstanbul’da sürdürmüş, mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmiştir.


1964 SÜRGÜNLERİ

Yazımızın ana konusu, 1964’te alınan bir kararla Rumların, Türkiye’den gönderilmeleridir.  Nasıl ki Lozan’dan sonra ahali değiş tokuşu, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilmiş ise 1964’te de aynı şekilde ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşları, 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nın iptal edilmesi üzerine sınır dışı edildiler.

Tabi ki 1964’te de çok sayıda mağduriyet oluştu ama bu olayı tam bir perspektif ile irdelemeden, sadece 16 Mart 1964’te başlayan sınır dışı işlemini ele alarak Türkiye’yi suçlamak ve bunun adına “zorunlu göç” ya da “sürgün” demek haksızlıktır. 1964 ile ilgili hakikati aşağıdaki şu iki cümle ile özetlemek mümkündür:

Türkiye 1964’te kendi vatandaşları olan Rumları sınır dışı etmedi!

Türkiye 1964’te Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etti!

Sürgün tanımlaması; bir ülkenin kendi vatandaşı olanları hudut dışı etmişse kullanılabilir. Her ülkenin toprakları üzerinde yaşayan kendi vatandaşı olmayan kişiler için ikamet izni vermemek, yenilememek ve gerektiğinde sınır dışı etme hakkı uluslararası kurallar gereği vardır.

Burada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor: Tabii ki 1964’te TC vatandaşı olduğu halde mecburen gidenler de oldu. 1930’dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk vatandaşları arasında evlilik yolu ile yoğun aile bağları oluşmuş durumdaydı ve bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Türkiye’den ayrılanlar da azımsanamaz.

Yazımızın devamında anlaşılacağı gibi; Türkiye ile Yunanistan arasında, Kıbrıs dolayısı ile bir “Savaş Hâli” mevcuttu. Bu bağlamda hükümetin esas amacının, etnik olarak sadece Yunanlı olanların sınır dışı edilmelerini amaçladığı görülmektedir.

(Yazarın Notu: 1993 ile 2007 yılları arasında Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda yönetim kurulu üyeliğimiz oldu. Bu süreçte vakıf belgeleri arasından anladığımız üzere sınır dışı işleminin sadece etnik olarak Yunanlı olanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır.)  

İstanbul’daki Bulgar Cemaati’nin mensuplarının büyük bölümü geçtiğimiz asırda Yunanistan’daki Ege Makedonya’sından gelerek İstanbul’a yerleşmiş kişilerdir. Bunların bir kısmı Türkiye’ye Yunan pasaportu ile gelmişler ve süreç içinde TC olmak için talepte bulunmamışlardır.

1964’te Türkiye’deki Yunan vatandaşlarının ikamet tezkereleri uzatılmayarak sınır dışı edildiklerinde bu kişiler, Bulgar Kilisesi’nden etnik açıdan Yunanlı olmadıklarını gösterir belgeler alarak ve bunları ilgili makamlara sunmak suretiyle sınır dışı edilmemişlerdir. Hatta Türkiye Cumhuriyeti daha sonra özel bir kararname çıkartarak, Yunanistan vatandaşı olan Bulgar Cemaati mensuplarına kısa sürede Türk vatandaşlığı vermiştir.

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye’nin Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı etmesine neden olan başka hususlar da var! Bunların en büyüğü Aralık 1963 sonunda Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik katliamdır.

20 Aralık’ta, Kıbrıs’taki Türk köylerinde çok sayıda katliam yaşandı. “24 Aralık Noel Gecesi” Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesi; eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat “Dînî Bütün Hıristiyanlar” tarafından hunharca katledildiler!

Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de ve Dünya’da büyük infial yarattı. Bu olaydan sonra Kıbrıs’ta 103 köy boşaltıldı toplamda 25 Bin kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu ülkeden “sürgün” oldu.  Bu trajik olayın fotoğrafı ise yıllarca akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her olumsuzlukta medyada kullanıldı. (Örnek: 22 Aralık 1985 Milliyet)

Bu arada 1964 başında bir başka gelişme de olmuş ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren bir Yunan derneği ortaya çıkarılmıştı. Derneğin adı; “Elliniki Enosis” yani “Helenik İlhak”tı.  “Enosis” yani “İlhak” Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasının simgesel söylemidir.

Kıbrıs Başpiskoposu olmadan önce İngiltere’nin Başpiskoposu olan ve Kıbrıs’a gittiğinden sonra katliamları tetikleyerek tarihe “Kanlı Papaz” olarak geçen “Makarios” da bu yöntemi daha önce kullanmış, İngiltere’de yaşayan Yunanlılardan zorla bağış adıyla haraç topladığı için ülkeden kovulmuştu.

Aynı yöntemin İstanbul’da da gerçekleştirildiği bu derneğin deşifre olmasıyla ortaya çıkınca ortam daha da gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda; Türkiye’de böyle bir adla gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış ya da haraç toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti’ni harekete geçirdi. Derneğe yapılan baskında binlerce bağış sahibinin adı ortaya çıktı ki bunların büyük bir kısmı Türkiye’de 1930 Anlaşması’na istinaden ikamet eden ve TC vatandaşı olmayan Yunanlılardı.

13 Mart 1964’te ise ortam daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk köylerine insani yardım gönderilmesini engellemeye başladılar ve 10 Türk köyüne daha saldırdılar.

Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye; “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü’nün bizzat verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan vatandaşı olanların sınır dışı edilme işlemleri başladı.

1964 Sürgünleri; sürgün değildirler. Günün savaş şartları çerçevesinde, kendi vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.