15 Kasım 2015 Pazar

RUM PATRİĞİ’NİN BULGARİSTAN GEZİSİNDE POLİTİK SKANDAL

Rum Patriği Bartholomeos, geçtiğimiz 7 Kasım’da Sofya’ya giderek bir ziyarete başlamıştı. Bu ziyaret kapsamında; Bulgar Patriği 1.Neofit, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ve Başbakan Boyko Borisov ile özel görüşmeler yapmak ve Bulgaristan Bilimler Akademisi tarafından kendisine verilecek olan fahri doktora ünvanını almak üzere gidiyordu. Ayrıca Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev tarafından kendisine Bulgaristan’ın en yüksek devlet nişanı olan "Stara Planina Nişanı” da verilecekti.

"Stara Planina Nişanı”nın Bartholomeos’a verilecek olması bazı kesimlerce sert tepkilere neden oldu. Bartholomeos Sofya gezisi esnasında soru soran gazetecilere bu ziyaretinin gerekçesini; geçen yıl ölen Bulgar Patriği Maksim'in daha önce İstanbul'da Rum Patrikhanesi'ne yaptığı ziyaretin bir iadesi olarak açıkladı.

Ancak başta yüksek tirajlı  “Trud Gazetesi olmak üzere çeşitli medya organlarında verilecek nişandan ötürü tepkisel haberler çıktı. Çıkan haberler arasında, bu gezinin bir maksadının da  -her ne kadar Kasım’da yapılıyor olsa bile- 18 Şubat 1945 tarihinde, Bulgaristan Kilisesi ile Patrikhane arasında yapılan bir protokolün 70. Yılı için olduğu belirtilmekteydi.

1870’te Sultan Abdülaziz tarafından verilen “Bulgar Eksarhlığı Fermanı”nın ardından, Rum Patrikhanesi Bulgar Halkı’nı “Shizmatik” (Aforozlu) ilân etmişti. 1945 ise shizmanın ortadan kaldırıldığı tarihtir.

(Yazımızın sonunda 1870 Fermanı ile 1945 Protokolü hakkında tarihsel bilgiler içeren bilgi notlarımız bulunmaktadır.)

Rum Patriği Bartholomeos, ilk olarak Bulgar Ortodoks Kilisesi Patriği Neofit ile özel bir görüşme yaptı. Bu görüşmede her iki taraftan yüksek rütbeli ruhaniler ve misafirler de yer aldılar. 8 Kasım’da Sofya’daki “Aleksandar Nevski Katedrali”nde, Bulgaristan'ın eski Kralı ve bir dönem başbakanı olan Simeon Sakskoburgotski, Spor Bakanı Krasen Kralev ve bazı diplomatların da katıldığı bir ayinden sonra Bartholomeos 45 dakikalık bir konuşma yaptı. Konuşmasındaki 30 dakikayı bir skandala yol açacak ifadeler kullanarak sürdürdü.

1870 Bulgar Eksarhlığı Fermanı’ndan başlayarak tarihsel bir anlatımla ve Bulgar Kilisesi Tarihi’ni de eleştirerek 2. Dünya Savaşı esnasında eski Ege Makedonya’sı coğrafyasında bulunan kentlerdeki, Bulgar Kiliselerinden toplanarak Bulgaristan’a getirilen dini anıtların ve tarihi ikonaların Yunanistan’a geri verilmesini istedi. Bulgar Basınında bu konuşma çok sert, kırıcı, azarlayıcı ve aşağılayıcı olarak nitelendirildi. Konuşmadaki; üstünlük iddiası, Yunan Kilisesi’nin hegemonyasını öne sürme ve Bulgarları aşağılama tavırları, Bulgarların infialine neden oldu.  Bulgarların Yunan Kilisesi sayesinde Hıristiyan ve Bulgar olarak kalabildiklerini de öne süren Patrik, “Ancak Bulgaristan bize hiç minnettar olmadı” dedi. Ertesi çıkan tüm gazetelerde tepki haberleri yer aldı.

Bu konuşmanın ardından birçok Bulgar tarihçi de tepkisel olarak çeşitli televizyonlara çıkarak açıklamalarda bulundular ve söz konusu anıtlar ve ikonaların, o dönemde Bulgar Kiliselerine ait olan Ohri, Seres ve Drama’da bulunan Bulgar kiliselerinin dini objeleri olduğunu ve savaşta imha edilmemek için Bulgaristan'a getirildiğini hatırlattılar. Rum Patriğinin “Bulgaristan'ın 2. Dünya Savaşı’nda Yunanistan'da ele geçirdiği ve çaldığı  anıtlar ile ikonaları geri istiyoruz. Aldığınız yere geri gönderin!” şeklindeki sözlerini ise “Skandal ve Yüzsüz Bir İstek” olarak nitelendirdiler. Pazar günü sabah ayininden sonra programa uygun olarak Bulgaristan Bilimler Akademisi tarafından Bartholomeos’a "Fahri Doktora" unvanı verildi.

9 Kasım Pazartesi günü ise programa göre Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev'in elinden ülkenin en yüksek devlet nişanı olan "Stara Planina Nişanı”nı almak üzere Cumhurbaşkanlığı binasına geçildi. Ancak törene katılanların çoğu böyle bir konuşmanın ardından Cumhurbaşkanı tarafından Stara Planina Nişanı”nın verilmesine dahi tepkiliydiler. Bulgaristan Kilisesi’nin üst düzey temsilcileri metropolitler ve diğer ruhaniler, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in makamında yapılan törenden sonra, toplu fotoğraf çekimine katılmayarak Patriği boykot ettiler. Bir Bulgar gazetesinde ise Bartholomeos'un bu beklenmeyen çıkışı; Bulgaristan Kilisesi üzerinde hep etkili olan Rus Kilisesi’ne karşı bir gövde gösterisi olarak nitelendirildi.  

Pazartesi saat 18.00’de planlanan Başbakan Boyko Borisov ile özel görüşme; Başbakanlık tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin iptal edildi. Rum Patriği de bu gelişmenin ardından yapacağı basın toplantısını iptal etti.

Bulgaristan BTV Televizyonu’nun 9 Kasım tarihli gece haberlerinde (özetle) şu haber çıktı:

Bartholomeos 2. Dünya Savaşı sırasında Ege Makedonyası’nda bulunan Bulgar kiliselerinden ülkeye getirilen dini objeler ve ikonaların Yunanistan’daki alındığı kiliselere iade edilmesini istedi”. Bartholomeos'un akşamüstü için öngördüğü özel basın toplantısından da gerekçe gösterilmeden vazgeçildiği belirtildi. Aynı canlı yayına bağlanan Muhabir Hristina Baksanova; Patriğin Bulgarları hırsızlıkla suçlaması ve ortaya çıkan tepkilerden ötürü, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un ertesi gün Patrik Bartholomeos ile yapacağı, önceden planlanan görüşmesini gerekçe göstermeden iptal ettiğini duyurdu.

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, skandal niteliğindeki böyle bir talep ve suçlanma karşısında bunu hiç beklemediklerini ve çok şaşırdığını, kendi tertiplediği ödül töreninden bir gün sonra itiraf etti. Bulgar Basınında bu sonradan gelen itiraf için; Bulgaristan Sosyalist Partisi Başkanı Mihail Mikov’un, Ulusal Meclis Başkanı Tsetksa Tsacheva’yı göreve çağırarak, Bartholomoes’a verilen devlet nişanının iptal edilmesini ve bunun Resmi Gazete'de derhal yayınlanması için verdiği soru önergesinin ardından “Mecburen yaptı” şeklinde değerlendirmesi yapıldı.

Bu gezi esnasında bir başka gelişme de önde gelen bilim ve din adamları tarafından hazırlanmış, 256 imzalı bir deklarasyon Bartholomeos’a verildi. Aralarında Prof. Klimentina İvanova, Prof. Vasil Güzelev, Prof. Vasil Markov olmak üzere 28 Profesör ile 32 doçentin de imzaladığı bu bildiri; “Bulgaristan Patrikliği’nin Ortodoks Kiliseleri Arasında 5.Yeri Alması İçin Çağrı” adıyla sunuldu.

Bulgaristan BTV Televizyonu’nun 11 Kasım tarihli sabah haberlerinde Bulgaristan Bulgaristan Ulusal Müzesi Müdürü Bojidar Dimitrov’un katıldığı bir röportajda (özetle) şu haber çıktı:

Rum Patrikhanesi tarafından yaratılan skandal ile ilgili ne diyeceksiniz? Nasıl tanımlamamız lazım bu ruhani materyalleri aldık mı? Bartholomeos’un deyişiyle çaldık mı?…Bu materyaller o tarihte Ege Makedonya’sında bulunan Bulgar yönetimi altındaki bölgelerden savaşta imha edilmemesi için getirtilmiştir. Çalınmamıştır! Ohri, Seres ve Drama kentlerindeki 49 Hıristiyan köyün 45’i Bulgar köyleridir ve bu 45 köyün bulunduğu kiliselerden alınmış dini materyaller bahis konusudur. Biz nasıl bunları çalmış olabiliriz. Topladık ve muhafaza ettik. Bunu yapmamış olsaydık o savaş esnasında zaten imha olacaklardı. …Peki, bu durum niye yaratıldı. …Bilmiyorum! Sadece bir ay evvel İstanbul’da kendisi ile görüşen bir heyette bulundum. Bulgaristan Ulusal Müzesi Müdürü olarak bana bu konuda tek bir kelime edilmedi. Gerçekten şaşkınız! Başbakanımızın Bartholomeos ile yapacağı görüşmeyi gerekçe belirtmeden iptal etmesi çok doğru olmuştur. Bu dini değil politik bir harekettir, Yunanistan Devleti’nin müdahil olabileceği bir durumdur. Siyasi olmayan bir kurumun yarattığı bir skandaldır.

Hadi ben de Bulgaristan Ulusal Müzesi Müdürü olarak Selanik’e bir ziyaret yapsam ve orada Batı Trakya’yı ve Ege Makedonya’sını ne zaman bize iade edeceksiniz?  -ki bunlar da 1. Dünya Savaşı’nda bizden zorla alınan yerlerdir- şeklinde bir soru sorsam başıma acaba neler gelir? Beni o anda döverler ve sınır dışı ederler! …Peki! Anlıyorum ki hiçbir şeyi iade etmeyeceğiz, bu bir filetizm (Din adına milliyetçilik) davranışıdır.”

Bahsi geçen anıtsal değeri olan objeler ve ikonaların büyük bir kısmı Ulusal Tarih Müzesi’nde, bir kısmı ise İvan Duycev Kültür Merkezi’nde bulunmaktadır.

Bulgaristan BTV Televizyonu’nun 11 Kasım tarihli sabah haberlerinde Bulgaristan Sen Sinodu’ndan Dionisiy’in katıldığı bir başka röportajda ise (özetle) şu haber çıktı:

Bu skandal yeni değildir ve böyle bir hareket yapılması daha önceden de bekleniyordu. Ama bu tema devletlerarası bir durumdur. Kiliseler arası bir durum değildir ve zaten bu ruhani materyaller de devlete ait iki farklı kurumda sergilenmektedir. Yani Bulgar Patrikhanesi’nin uhdesinde değildirler. Bartholomeos samimi ise bu durumu Patriğimiz Neofit ile gelir gelmez yaptığı özel görüşmede dile getirmeliydi. Bu görüşmede gerek bizim Patriğimiz ve üst rütbeli ruhanilerimiz ve gerekse Patrik Bartholomeos ve beraberinde gelen ruhaniler arasında çok sıcak bir hava vardı. Şaşkınız!

Türkiye’deki gazetelerde bu olay ile ilgili çıkan haberlerde ise çok önemli hatalar yapıldı. Çünkü Bartholomeos bu anıt ve ikonaları İstanbul’a, Rum Patrikhanesi’ne getirmek için değil, Yunanistan’a iade edilmesi için istemişti. Bir gazetemizin haber sitesinde çıkan; “Patrikhane’ye ait aziz ikonalar gerçek sahibine iade edilmeli…(…)…Fener Rum Patriği bizi resmen hırsızlıkla suçluyor. Hâlbuki bahsettiği ikonaların gerçek sahibi bizleriz. Asıl Fener Rum Patrikhanesi yüzlerce yıl önce onları bizden çalmıştır” sözleri ile yine bir başka gazetenin haber sitesinde çıkan “Ancak eski dönemi de gözden geçirmek gerek. II. Dünya Savaşı sırasında çalınan ve Patrikhane’ye ait aziz ikonalar gerçek sahibine iade edilmeli” şeklindeki haberler kanımızca Bulgaristan kaynakları irdelenmeden yapılmış acele haberlerdir. Yukarıda da değindiğimiz gibi Rum Patriği Bartholomeos, bu anıt ve ikonaları İstanbul’a getirmek için değil, Yunanistan’a iade edilmesi için Bulgaristan’dan istemişti.  

htthttps://21yyte.org/tr/

1870 BULGAR EKSARHLIĞI FERMANI HAKKINDA BİLGİ NOTU

Sarayda söz sahibi ve padişah ile yakın dost ve Rumlaşmış bir Bulgar olan Stefan Bogoridi [1] Bulgarların lehine bir takım girişimlerde bulunmaya başladı ve 18 Eylül 1848’de padişaha bir mektup yazarak İstanbul’da yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi kurulması için müsaade istedi. Stefan Bogoridi’nin mektubuna,  23 Eylül 1849  (6 Zilkade 1265) tarihli padişah iradesi ile izin verildi. [2] Bogoridi, şu anda üzerinde Demir Kilise’nin (Sveti Stefan)  bulunduğu, kendi mülkü olan ve üzerinde bir ev bulunan arsayı papaz evi yapımı için bağışladı. 9 Ekim 1849’da papaz evi ya da küçük kilise denilen ibadethane tamamlanarak 23 Ekim 1849’da yapılan bir törenle Arhidyakon Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi. [3]

Yönetim kurulu bir süre sonra kilisenin karşısına bu gün de  “Metoh” olarak adlandırılan binayı inşa ettirmek için padişahtan izin aldı. 3 katlı ve 25 odalı bir bina olarak kısa sürede tamamlandı. Bina üzerinde bu gün de muhafaza edilmiş, görülebilen ve binanın üst kısmını bir uçtan diğer uca saran, Slavca bir yazı ile Padişaha teşekkür vardır.

Bulgarların bu dönemde milli duyguları uyanmakta, okulları için, milli ruhanilik için ve Bulgarca basılmış kitaplar için mücadele etmeye başladıkları izlenmektedir. [4]  Bulgarların patrikhanenin idaresinden kesinlikle ayrılma eğilimine girmeleri ve büyük bir kilise inşa etmek üzere padişaha bir dilekçe vermek üzere gerekli hazırlıkları yapmaları, Rum Patriği Kirilos’u harekete geçirdi. Bulgarları kazanmayı amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat kendisi saraya götürdü [5] ve Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da yapılan bir törenle de bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı. [6]

Bir süre sonra zeminin sağlam olmadığı ve denize doğru kaydığı ortaya çıkacak ve inşaat işi duracaktır. Zemine Buharlı bir şahmerdan kullanılarak, birkaç yüz adet çam ve meşe kazık zemine çakılarak sağlamlaştırılma yoluna gidildi, ancak bundan kesin bir sonuç alınamadı. Bu arada kilise yapımı için toplanan para da bitti ve temelleri zemine kadar atılmış bir şekilde kilise inşaatı yarım kaldı. [7]

Yıllar geçtikçe Rum ve Bulgarlar arasındaki anlaşmazlıklar daha da artmıştı. 1869 yılına gelindiğinde; bu çok uzayan mücadeleden ve kilise kavgalarından artık rahatsızlık duymaya başlayan Babıâli ve Ali Paşa meseleyi ele aldı ve önemli bir adım atarak 1869 yılında Rum ve Bulgarlardan itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kurdu. Ortaya çıkan mazbatanın maddelerine Patrikhane’nin itiraz etmesine rağmen mazbata Ali Paşa tarafından 5 Mart 1870’de Babıâli’ye sunuldu. [8] Meseleyi bir ferman ile çözmeye karar veren Sultan Abdülaziz de 6 Mart 1970’de Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan bağımsız olmalarını kabul etti. [9]

11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11 maddeden oluşan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” kabul edildi. [10] Rum Patrikhanesi ise 5 Nisan 1870’de bir mazbata ile bu fermana itiraz etti. Uzun bir dönem yazışmalar, itirazlar süreci yaşandı ve Ferman bu süre içinde yürürlüğe giremedi. Sonunda 6 Mart 1872’de (25 Zilhicce 1288) Sultan Abdülaziz’in izniyle Vidin Metropoliti Antim Efendi ilk Bulgar Eksarhı olarak seçildi. Bütün illerde bulunan Bulgarlar padişaha şükran mektupları göndermeye başladılar. Rum Dini Meclisi 10-24 ve 28 Eylül 1872 tarihlerinde yaptıkları üç oturum neticesinde padişah fermanına rağmen tüm Bulgarları aforoz etti. [11]

1877’de, Rusya’nın Osmanlıya savaş ilan etmesi Eksarh Antim’in gözden düşmesine neden oldu. Şüpheli kişilerle görüştüğü saptandı ve azledildi. 6 Mayıs 1877’de yapılan seçimle ikinci Eksarh olarak sarayın itimat ettiği Lofça Metropoliti (Lazar Yovçev 1840 -1915) Eksarh Yosif seçildi ve kendisine Birinci Rütbe Mecidi Nişanı verildi. [12] 1872’den 1945’e kadar tüm Bulgarlar Rum Patrikhanesi tarafından aforozlu (Shizmatik) sayıldılar.

1945 PROTOKOLÜ HAKKINDA BİLGİ NOTU

9 Eylül 1944’de Bulgaristan’da Sovyet Rusya destekli komünist bir rejim kuruldu. Bulgaristan Hükümeti dış dünya ile bağlarını tamamen koparmamak, hatta bazı ülkelere sempatik görünmek için Bulgar Ortodoks Kilisesi’ni destekler bir havaya girdi. Amaç kiliseyi devlete bağımlı/kukla bir idare olarak yönetmekti. Galip devletler siyasi etki alanlarını paylaşırken, Balkanları Sovyet Rusya’ya bırakmışlardı. Dış ülkeler ile olan ilişkilerinde bu ülkelere sempatik görünmek Rusya için de çok gerekliydi. Rusya’nın yöneticileri komünist idare altındaki -Bulgaristan gibi- diğer ülkelerin ulusal kiliselerini de kendi kiliselerine manevi açıdan bağımlı hale getirmeye çalışıyorlardı.

Ocak 1945’te, Moskova’da bir Ortodoks birliği toplantısı yapıldı. Fener Rum Patrikhanesi temsilcilerinin de katıldığı bu toplantıya; Bulgar Kilisesi temsilcileri katılamıyordu. Burada, Rus Patriği ”Kardeş Bulgaristan Kilisesi’nin de artık Ortodoks birliğine dâhil olması gerekir. Bu yolda her şeyin yapılması gerekmektedir.” fikrini ortaya attı. Bunun üzerine Rum Patriği; Bulgarların kendisine bir mektup yazarak 5 Mart 1870 tarihli padişah fermanı ile başlayıp 1872 yılında aforoz ile noktalanan ayrılık için özür dilenmesini istedi. Rus Patriği tarafından da benimsenen bu çözüm Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne derhal bildirildi.

21 Ocak 1945 tarihinde, Sofya’da acele olarak bir kilise genel kurulu toplandı ve Sofya Metropoliti Stefan Eksarh seçildi. Yine aynı kurulda komünist yöneticilerin dikte ettirdiği “Bulgar Ortodoks Kilisesi Tüzüğü” de onaylandı. Stefan, Eksarh seçilir seçilmez -aynı gün-  Rum Patrikhanesi’ne Rusya tarafından tavsiye edilen şekilde bir mektup yazdı. [13] 

3 Şubat 1945’de Nevrokopski Boris ve Tırnovski Sofroniy adlı iki Bulgar metropoliti, İstanbul’a geldiler ve Şişli’deki Eksarhlık binasına  -o tarihte sadece Eksarhlık Vekilliği- yerleştiler. 5 Şubat 1945’de o esnada İstanbul’da bulunan Bulgaristan uyruklu Arhimandrit [14] Andrey Veliçki ile birlikte Rum Patrikhanesi’ne giderek shizmanın kaldırılması ile ilgili görüşmelere başlanmasını rica ettiler. Şubat ayı içinde yapılan bir kaç görüşme sonucunda shizmanın kaldırılmasına karar verildi.

19 Şubat 1945’da Rum Patrikhanesi ”Tomos” denilen bir belge yayınlayarak Bulgar Kilisesi’ni tanıdığını ve kucakladığını açıkladı. Fener Rum Patriği Benyamin ile beraber Rum Patrikhanesi Sen Sinodu’nu teşkil eden 12 metropolit bu belgeyi imzaladılar.

19 Şubat 1945 tarihli bu Protokolde, iki tarafı bağlayan hiçbir madde bulunmamaktadır. İstanbul Bulgar Ortodoks Cemaati’ni ilgilendiren tek madde olan “D” maddesi ise karşılıklı olarak papaz kutsanmasına yardımcı olunması ile ilgili bir paragraftır. [15]

Bahsi geçen protokolün aslının bulunamamış olduğu gibi “Tomos” denilen dini belgenin de aslı ortada yoktur. Bulgar Kilisesi temsilcilerinin ise -ki bunlar Bulgar Vatandaşı 3 kişidirler- Türkiye’de yerleşik ve yaklaşık çoğu Türk Vatandaşı olan bir topluluk olan Türkiye’deki Bulgar Ortodoks Cemaati’nin dini hakları üzerinde böyle bir anlaşma yapmaya hakları yoktu.

Bu nedenle Türkiye Devleti devreye girerek protokolü imzalayan üç kişilik Bulgar heyetinde olup İstanbul’da yaşayan (Bulgar uyruklu) Andrey Veliçki’nin görevine devletce tarafından son verdirilmiş ve 6 Aralık 1945’te ülkeyi terk etmesi istenmiştir.

-------------------

[1] Osmanlı Tarihi sürecinde; Stefanaki Paşa ya da Aleko Paşa diye bilinir.  

[2] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1. Eksarh Yosif 1889 yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade için Babıâli’ye müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i Zilkade 1265) verildiğini belirtmektedir.

[3] Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk Bulgar İlişkileri, İstanbul 1984 s.67

[4] Tsarigratski Vesnik,  30 Mart 1857, Sayı:322

[5] BOA,   Bİ, No:876, Lef 7.

[6] Hasan Kuruyazıcı,  Mete Tapan,  Sveti Stefan Bulgar Kilisesi,   İstanbul 1998,  s. 21 Yapı Kredi Yayınları

[7] Hasan Kuruyazıcı,  Mete Tapan, a.g.e.,  s. 23

[8] BOA, Düvel-i Ecnebi Defteri, Bulgaristan Berat Defteri, sayfa 1 hüküm 1 ve BOA,   Bİ, No:104’den naklen.

[9] BOA,   Bİ, No:104’den naklen.

[10] Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı.

[11] Bulgar Patrikhanesi Arşivi Müdürü Dr. Hristo Temelski’nin, 1870 shizması ve Bulgar Eksarhlığı’nın kuruluşu ile ilgili olarak Bojidar Çipof’a hazırladığı çalışmadan alıntı.

[12] BOA İrade-Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen. 

[13] Bulgar Patrikhanesi Arşivi, Tarih:  21 Ocak 1945,  protokol no: 360, Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı, s. 54-55-56-57 Bahsi geçen mektupta 21 Ocakta toplanan kurul ve kurulda alınan kararlar hakkında da ayrıntılı bilgi verilmektedir.

[14] Bir dini rütbe.

[15] Protokolün Rumca ve Bulgarca yazıldığı söylenen aslı ortada yoktur. Bilinen protokol suretleri veya tercümeleri ise şunlardır: 1/ Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı’nda çıkan Rumcası, 2/ Bulgar Patrikhanesi arşivinden gelen suret ki üzerinde “Prepis ot prepis = suretten suret” yazmaktadır, 3/ 1945 yılında Bulgar Eksarhlığı İstanbul Temsilciliği’nin evrakları arasından bulunan Bulgarca bir kopya (Aslı Bojidar Çipof arşivindedir.)  Elde bulunan tüm kopyalar tercüme edilmiş ve tamamen birbirlerinin motomot tercümeleri olduğu görülmüştür. Burada İstanbul Bulgar Ortodoks Cemaati’ni ilgilendiren tek madde olan “D” maddesidir ve her iki tarafın karşılıklı olarak papaz kutsanmasına yardımcı olmaları ile ilgili bir tek paragraftır.


4 Eylül 2015 Cuma

6-7 EYLÜL OLAYLARI’NIN 60. YILI


Her ülkenin tarihinde bazı kötü yaşanmışlıklar vardır. Geçtiğimiz yüzyılda ve de hâlâ Dünya’nın birçok yerinde maalesef trajediler yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak bu trajedileri yaşayanlar ile yaşatanların bir kısmı günümüzün siyasi ve insani koşullarını göz önüne alarak barışmayı da başardılar. Bu konuda; Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya da Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombaları en büyük örneklerdir. Daha yakına geldiğimizde ise Yugoslavya’nın dağılmasının ardından yaşanan büyük acılar, Karabağ’daki katliam ve günümüzde ise Suriye’de hâlâ süregelen dram…

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de yaşanan “Varlık Vergisi” ile “6-7 Eylül Olayları” da bu bağlamda gerçek birer trajedidirler.

1942’deki  Varlık Vergisi TBMM’de kabul edilmiş, kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile uluslararası platformlardaki tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte kaldığı sürede yaşananlardan ötürü, ardında binlerce mağdur bırakmıştı. 1955’teki 6/7 Eylül olaylarının boyutu ise ancak devletin bazı katmanlarının organizasyonu ile oluşabilecek mahiyetteydi ve bu hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış, hatta bu olayların ardından küserek Türkiye’den göç eden bir dalga da yaratmıştır.

6/7 Eylül; Selanik’te “Atatürk’ün Evi Bombalandı” söylemi ile başlayan olaylardır ve polis ve askeri kuvvetler tarafından durdurulmuştur. “Yassıada Mahkemeleri” sürecinde de “6/7 Eylül Davası” olarak görülmüştür. Bu her iki olay da Türkiye’nin tarihten gelen ayıplarıdır ama göz ardı edilmemesi gereken; bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından kabul edilmiş ve mağdurlarına özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur.   Son yıllarda Varlık Vergisi ile 6/7 Eylül hadiselerinin yanı sıra birtakım çevrelerce kullanılmaya başlayan ve aleyhte algı yaratılan iki husus daha var!

Bunlardan biri 1923/24 Nüfus Mübadelesidir. Mübadele; Lozan Anlaşması’nın ardından Lozan’da taraf olan ülkelerin ve Türkiye ile Yunanistan’ın karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul ve birlikte uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve Birleşmiş Milletlerin oluşturduğu, “Mübadele-i Ahali Komisyonu”  tarafında organize edilerek uygulanmıştır. Bu kapsamda; Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile Türkiye’de yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu oldu. Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar bu mübadeleden muaf tutuldular. Yunanistan’ın diğer kesimlerinde yaşayan Türkler ile yukarıda belirttiğimiz kesimlerde yaşayan Rumlar karşılıklı mübadele edildiler.

Türkiye ve Yunanistan taraflarını temsilen ve BM tarafından görevlendirilen dörder kişi ile (1.Dünya Savaşı’na katılmamış ülkelerden) seçilen üç kişi mübadeleyi organize etmiş ve bu komisyonun adına “Karma Komisyon” denilmiştir. Karma Komisyon görevini 8 Ekim 1923’ten, 21 Haziran 1924’e kadar Atina’da daha sonra ise İstanbul’da sürdürmüş, mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmişti. Bugün ne yazık ki mübadeleyi de Türkiye’nin bir ayıbı olarak kullanan çevreler var! Oysaki mübadeleyi yukarıda kısaca açıkladığımız gibi uluslararası bir komisyon yapmıştı.

Son yıllarda, Türkiye’nin haksız yere suçlandığı hususlara bir de 1964 Sürgünü eklendi. Merkezi Yunanistan’da bulunan “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” adlı bir sivil toplum kuruluşu bir yandan 1964 öte yandan 6/7 Eylül üzerinden Türkiye’ye yüklenmektedirler. Hâlbuki Türkiye’de son yıllarda azınlıklara Cumhuriyet tarihinde görülmemiş edinimler sağlandı ve özellikle Vakıflar Genel Müdürlüğü hukuku çerçevesinde 1936 Beyannamesi olarak bilinen bir belgeden yola çıkarak azınlık taşınmazlarının önemli bir kısmı iade edildi. Rum Cemaati’ni ilgilendiren hususlar dâhilinde birçok kilise restore edildi, metruk kiliselerde ve Sümela’da ayinlere izinler verildi, Gökçeada ve Bozcaada’da kapalı okullar yeniden açıldı.

1923/24 Nüfus Mübadelesi ile Yunanistan’a göç edenler ve ikinci, üçüncü nesil akrabaları tarafından Yunanistan’da sayısı azımsanmayacak mertebede “Mübadil” dernekleri kuruldu. İnsani açıdan bakıldığından bu oluşumlar fevkalâde güzel sivil toplum çalışmaları olarak değerlendirilebilir. Ve nitekim bu mübadil dernekleri tarafından Türkiye’ye tertiplenen gezilerde yerel halk ve yöneticiler de ziyaretçileri son derece sevgi ve ilgi ile karşılamakta ve misafir etmektedir.

Mart 2011’de Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı sıfatıyla yaptığı Yunanistan gezisinin ardından “120 bin Rum geri dönmek istiyor” şeklinde bir sloganla siyasi hayatımıza, eski bir İstanbullu ve Atina Teknik Üniversitesi’nde görevli bir profesör olan “Nikolaos Uzunoğlu” başkanlığındaki “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” adlı bir oluşum girdi.

Aniden ortaya çıkan bu federasyon İstanbul ve Anadolu’da birçok etkinliğe imza attı ya da aracı oldu. Türkiye aleyhine yapılan bu çalışmalar, en fazla 1964 yılında Rumların Türkiye’den gönderilmeleri üzerinde yoğunlaştı. Nedir bu 1964’te Rumların sınır dışı edilmeleri olayı ya da onların deyimiyle “1964 Sürgünü” ve bu olayda Türkiye haksız mıydı? Zulüm mü yapmıştı?

Lozan’ın ve mübadelenin ardından Türkiye ile Yunanistan arasında, Atatürk ve Venizelos’un yarattığı ciddi bir dostluk süreci yaşanmış ve 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması” imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre her iki ülke vatandaşları karşılıklı olarak ikamet ve ticaret için diğer ülkeye gittiler. Bu daha çok Yunanistan’dan Türkiye’ye gitme şeklinde oldu ve 1923 Mübadelesi ile gidenlerin de bir kısmı yeniden geri geldiler.

1964 yılında Kıbrıs’ta kanlı olaylar yaşandı ve Yunanistan ile de adeta bir “Savaş Hali” yaşanmaktaydı. Aşağıda kısaca açıklayacağımız nedenlerden ötürü İnönü başkanlığındaki hükümet tek taraflı olarak ve anlaşma içeriğinde bulunan haklarına istinaden “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı fesih etti.

Bunun ardından Türkiye’de bulunan Yunan vatandaşlarının belli bir süreçte ülkeyi terk etmeleri istendi. Bu bir uluslararası konjonktürde her ülkenin sahip olduğu istenmeyen yabancı uyrukluları “Sınır Dışı” etme haliydi…
Bu süreç günümüzde, İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu ve içerideki sempatizanları tarafından sürdürülen Türkiye’ye karşı sürdürülen bir dezenformasyondur.

16 Mart 1964’te başlayan sınır dışı işlemi için “Zorunlu Göç” ya da “Sürgün” demek Türkiye’ye yapılan çok büyük bir haksızlıktır. 1964’de Türkiye kendi vatandaşları olan Rumları sınır dışı etmemiştir. Sadece Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etmiştir ki bunun gerekçelerini şunlardır:

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye’nin Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı etmesine neden olan en önemli husus; Aralık 1963 sonunda Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik katliamdır. 20 Aralık’ta, Kıbrıs’taki Türk köylerinde çok sayıda katliam yaşanmıştı. “24 Aralık Noel Gecesi” Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesi; eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat “Dînî Bütün Hıristiyanlar” tarafından hunharca katledildiler!


Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de ve Dünya’da büyük bir infial yarattı. Bu olayın ardından Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rumları tarafından 103 Türk köyü boşaltıldı ve toplamda 25 Bin kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu ülkeden “Sürgün” oldu.  Bu trajik olayın fotoğrafı ise yıllarca akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her olumsuzlukta medyada kullanıldı. (Örnek: 22 Aralık 1985 Milliyet)

Bu arada 1964 başında bir başka gelişme de olmuş ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren “Elliniki Enosis” adlı bir Yunan derneği ortaya çıkarıldı. (“Elliniki Enosis” “Helenik İlhak” demektir.)  “Enosis” yani Türkçesi “İlhak” Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasının simgesel söylemidir. Bu derneğin deşifre olmasıyla ortam daha da gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda; Türkiye’de böyle bir adla gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış ya da haraç toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti’ni harekete geçirdi. Derneğe yapılan baskında binlerce Rum bağış sahibinin listesi ortaya çıktı. Bunların büyük bir kısmının Türkiye’de 1930 Anlaşması’na istinaden ikamet eden ve TC vatandaşı olmayan Yunanlılar olması ise bir başka önemli noktadır.

13 Mart 1964’te gelindiğinde ortam daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk köylerine insani yardım gönderilmesini de engellemeye başladılar ve 10 Türk köyüne daha saldırdılar. Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye; “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü’nün bizzat verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan vatandaşlarına sınır Türkiye’yi terk etmeleri için işlemleri tebligatlar gönderildi. İlk anda Yunan vatandaşı Rumlara, Türkiye’yi terk etmeleri için birkaç aya varan bir süre verilmişti ama içeride ve yurtdışında öyle bir provokasyon yapılmaya başlandı ki süre çok kısa bir zamana indirildi.

Burada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor: Tabii ki 1964’te TC vatandaşı olduğu halde mecburen gidenler de oldu. 1930’dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk vatandaşları arasında evlilik yolu ile yoğun aile bağları oluşmuş durumdaydı ve bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Yunan vatandaşı akrabaları ile birlikte Türkiye’den ayrılanları da azımsamamak gerekiyor.

6/7 Eylül 1955 olaylarını yazımızın başında da bir trajedi olarak kabul ettik ve ardından Türkiye’nin de bunu kabul ettiğini gereken özrün ve tazminatlarının ödendiğini belirttik.

Bu sene 6/7 Eylül 1955 olaylarının 60.Yıldönümüdür ve bu bahane ile bu sene İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu ve birtakım sivil toplum kuruluşları evvelâ 1964 sınır dışı olayı üzerinde paneller, toplantılar, yayınlar v.s. yaptılar.

Şu anda ise 6/7 Eylül 1955 olaylarının 60.Yıldönümü adı altında Yunanistan’da ve İstanbul’da Türkiye aleyhine etkinlikler düzenlemektedirler.
Atina Belediyesi Kültür Merkezi’nde 2 Eylül’de başlayarak 7 Eylül’e kadar sürecek bir organizasyon tertiplenmiştir. “Atina Kültür Gençlik ve Spor Organizasyonu”, “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” ve “Bakırköy Rum Kültür Derneği” tarafından düzenlenen etkinlikte çeşitli aleyhte sunumlar arasında 6/7 Eylül 1955 Olaylarını konu alan yapımcı “Yorgos Mutevellis” tarafından hazırlanan 26 dakikalık “Korkunç Gece” olarak tanımlayan bir filmin gösterimi de bulunmaktadır.

Bir yandan Atina’da bu etkinlik yapılacakken, öte yandan yine İstanbul’lu Rumların Evrensel Federasyonu” ile bu kez “DurDe Platformu”nun ortak organizasyonu şeklinde 6-7 Eylül olaylarının 60’ıncı yılını anma etkinliği 5 Eylül’de İstanbul’da da düzenlenmiş olup aynı filmi burada da gösterim yapacaklardır. DurDe Platformu bu etkinliği; “Türkiye Cumhuriyeti devletinin örgütlü bir şekilde düzenlediği bu pogromun mağdurlarını anmak ve adalet arayışımıza destek vermek üzere tüm dostlarımızı etkinliklerimize davet ediyoruz. Şeklinde lanse etmektedir.
Bu tür eylemlerin daimi aktörü olan İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Nikolaos Uzunoğlu ise hem Atina’da hem de İstanbul’da yapılacak olan organizasyonda konuşmacı olarak bulunacak, “Korkunç Gece” adlı filmin gösterimi 5 Eylül 2015, Cumartesi Cezayir Restaurant’ta yapılacak, aynı gün Saat 16.30’da Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması da vardır.
6/7 Eylül olayları ile ilgili düşüncelerimizi yazımızın başında aktardır ve “Keşke Olmasaydı” diyoruz. 1964 için ise kanaatimizi de elden geldiğinde vurguladık! Son olarak; 1964 Sürgünleri için; “Bunlar sürgün değildirler. Günün savaş şartları çerçevesinde, kendi vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.

Ayrıca bugün karşılıklı olarak birbirlerine “Dost” tanımlaması yapan iki ülkenin doğru ve yanlış olan yönleriyle geçmişte yaşananları bu kadar deşmemek gerekir. Türkiye “Kurtuluş Savaşı” başta olmak üzere, Batı Trakya’da hâlâ süregelen Yunanlılar tarafından gerçekleştirilen birçok geçmişi deşmemektedir. Bu noktada İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu’nun faaliyetlerini içeride destekleyenlerin de dikkatli olmaları gerektiği kanısındayız.

Çünkü bu anma v.s. adı altında Türkiye aleyhine yapılan konuşmalar, etkinlikler kamuoyunda “Yunan Karşıtı” bir olgu/algı yaratmaktadır ve bu da Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğa zarar vermektedir.


Bojidar Çipof
4 Eylül 2015