28 Ekim 2016 Cuma

AYASOFYA’YA İMAM ATANMASINA YUNANİSTAN TEPKİSİ

Rum Patrikhanesi ve Bizans sever kesimlerden müze durumunda olan Ayasofya’da Yunanca ayin yapılması için zaman zaman talepler gelmekte, öte yandan ise başta Alperen Ocakları olmak üzere milliyetçi gruplar tarafından da en azından Cuma günleri Ayasofya’da namaz kılınması için talepler bulunmaktaydı.

Geçtiğimiz Kadir Gecesi’nde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Ayasofya içinden yapılan bir canlı yayına katılarak söyleşi yaptı ve ardından uluslararası yarışmalarda dereceler almış hafızların katılımıyla 85 yıl sonra ilk kez minarelerinden ezan okundu.

Kurban Bayramı’nda ise Ayasofya meydanında bayram namazı kılındı. Bu iki eylem Yunanistan’ı fevkalâde rahatsız etti. Yunanistan Başkonsolosu bahsi geçen günlerde Sultanahmet’e giderek olan biteni yerinde takip etti ve ardından Yunanistan’da tepkiler ortaya çıktı.
Megali İdea” doktrininde; Türkiye coğrafyasında bulunan 3 Ayasofya’da ayin yapılmasının ardından İstanbul’un Konstantinopolis olacağı rüyası ya da hülyası bulunmaktadır. [1] 
Geçtiğimiz yıllarda 1. Ayasofya olan İznik’te Rum Patriği tarafından yönetilen bir ayin yapılmıştı. Trabzon’daki halen müze olarak faaliyette bulunan 2. Ayasofya’da ise bu talep oluşan yerel tepkilerden ötürü sadece söylemde kaldı.
Ancak 15 Ağustos 2010’da simgesel olarak daha üst bir dinî yer olan Sümela Manastırı’nda Rum Patriği Bartholomeos tarafından yönetilen Meryem Ana Yortusu ayini yapıldı. Bu ayin; başta Yunanistan olmak üzere dışarda coşkuya içeride ise tepkilere neden oldu. 15 Ağustos’un Yunanlılarca çok acı bir anlamı bulunmaktadır. Çünkü 15 Ağustos tarihi Meryem Ana Yortusu olmanın dışında aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de Trabzon’u fethettiği gündür.
2010’da yapılan bu ayin Patrikhane ve Yunanistan çevrelerince en üst mertebede sevinç yaratmıştı. Sonraki yıllarda 2015’e kadar Sümela’da her 15 Ağustos’ta Bartholomeos’un yönettiği aynı ayin tekrarlandı ve bir anlamda –kendilerine göre- geleneksel hale geldi ve bir nevi “hak” olarak telakki edildi. [2] 
Ancak bu sene Sümela’da 15 Ağustos’ta ayin yapılmasına tamirat nedeniyle izin verilmedi! Bu sene için ayin izni verilmemesi başta Yunanistan olmak üzere çok üst düzey tepkilere neden oldu ki bunun en tepe örneği; Geçtiğimiz 15 Ağustos’ta Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos tarafından yapıldı. Gerçekleşemeyen ayine karşı alternatif olarak Yunanistan’daki “Vermio Dağı”nda bulunan “Panayia Sümela Manastırı”nda yapılan bir ayinde Yunanistan Cumhurbaşkanı Türkiye’ye adeta kin kustu! [3] 

İstanbul Ayasofya
Yukarıda belirttiğimiz gibi Megali İdea’ya göre 3. Ayasofya olan Çemberlitaş’taki Ayasofya’da Yunanca ayin yapma hülyası ise Yunan ve “Yunansever” unsurların en çok gerçekleştirmek istediği bir eylemdir.
17 Eylül 2010’da Yunan asıllı ABD vatandaşı Dolar milyarderi Chris Spirou’nun başkanı olduğu “Ayasofya’ya Özgürlük” (Free Agia Sophia Council of America)  adlı bir konsey; Ayasofya’da korsan bir ayin yapmaya kalkışmıştı. Chris Spirou kalabalık bir Yunanlı grubu finanse ederek, baskın bir şekilde ve gerekirse arbede yaratacaklarını da ifade ederek,  müze vasfında olan Ayasofya’ya ücret vermeden gireceklerini o günlerde çok sık çıktığı televizyon kanallarında duyurdu. Burada Ayasofya’ya ücret verilmemesi hususu; Ayasofya’yı müze değil kilise vasfında kabul ettiklerinden dolayıdır. [4] 
Ancak başlarında meczup Chris Spirou’nun bulunduğu gruba, İstanbul’a geldikleri takdirde can güvenliklerinin olmayacağının bildirildi ve bu eylem daha Türkiye’ye girmemiş olan grubun Yunanistan hududundan geri dönmesi ile akamete uğradı. [5] 

Aslında Ayasofya’da Çok Uzun Yıllardır Namaz Kılınmaktadır
916 yıl kilise 482 yıl cami olarak ibadete açık olan Ayasofya; 1935’ta Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüşürken mabedin imam kadrosu günümüze kadar sembolik olarak korunmuştur.
1991’den itibaren ise Ayasofya’nın önden bakıldığında sağ arka kısmında bulunan “Hünkâr Kasrı” öğle ve ikindi namazlarında cami olarak Öğle ile İkindi vakitlerinde faaliyette bulundu. Ezanlar Sultanahmet Camii ile karşılıklı okundu.
Hünkâr Kasrı; Sultan 1. Mahmud zamanında ana binaya ilave olarak yapılmış bir kasırdır ve yapılmasından itibaren padişahlar ve beraberindekilerin Cuma günleri abdestlerini alarak ardından namaz kılmak için camiye geçtikleri bir mekân olarak kullanılmıştır.

Bartholomeos’un Patrik Oluşunun 25. Yıldönümü
22 Ekim 2016, Rum Patriği Bartholomeos’un patrik oluşunun 25. yıldönümüdür. Bu yıldönümü için İstanbul’da birkaç gün süren etkinlikler tertiplendi; Yunanistan ve birtakım ülkelerde kutlamalar yapıldı, kitaplar yayınlandı.
ABD Başkanı Barack Obama ve çok sayıda yabancı devlet adamı da Patriğe kutlama mesajları yolladılar. Obama’nın mesajında; Patriğin görevinde 25. yılını tamamlamasından ötürü duyulan memnuniyet ifade edilmekte, Bartholomeos’un öğretilerinin insanlar için bilgelik ve aydınlanma ayağı olduğu, insan hak ve özgürlüklerini desteklemesi ve mülteciler için yaptıkları övgüyle anılmaktadır.
22 Ekim günü Patrikhane içindeki Aya Yorgi Kilisesi’nde, Bartholomeos’un 25. yılını kutlamak için çok sayıda yabancı din adamı ve diplomatın da katıldığı bir ayin yapıldı.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın bir tebrik mektubu gönderdiği bu ayinde Yunanistan Hükümeti’ni Dışişleri Bakanı Yoannis Amanatidis, temsil etmiştir. Yeni Cumhuriyet Partisi Başkan Yardımcısı Adonis Georgiadis ise partisi adına ayine katılmıştır.
Ayinin sonunda Yunanistan Dışişleri Bakanı Yoannis Amanatidis patriği öven bir tebrik konuşması yapmıştır. Ayrıca geçtiğimiz Haziran’da Girit’te yapılan Pan Ortodoks toplantısını da büyük bir başarı olarak tanımlamış, bu toplantıdan modern Dünya’ya önemli mesajlar çıktığını vurgulamış ve Patriğe Ortodoksluk ve Helenizm için çok daha fazlasını başarması için güç dilemiştir.

20 Ekim’de Ayasofya’ya İmam Atandı!
20 Ekim’de Diyanet İşleri Başkanlığı bir ilk olarak buraya “İmam Önder Soy”u asaleten “Ayasofya İmam”ı olarak atadı. Önder Soy imamlıkta üst bir mertebe olan “Kurra Hafız”dır ve titri atamanın çok önemli olduğunu vurgulayan bir faktördür. Şu anda Ayasofya'nın dört minaresinden 5 vakit ezan sesi verilmektedir ve Hünkâr Kasrı’nda tüm vakit namazları kılınmaya başlanmıştır. Fatih Müftüsü İrfan Üstündağ, Hünkâr Kasrı'nın 5 vakit ibadete açık olduğunu belirterek, İmam Önder Soy'un görevlendirilmesiyle cemaat sayısının da çok arttığını vurgularken, geçtiğimiz Kurban Bayramı'nda uzun yıllardan sonra ilk kez bayram namazı da kılındığını hatırlatmıştır.
İmam Önder Soy, yapılan atamayla ilgili olarak şunları söylemiştir: “İlk önce lâyık olamadığımı düşündüm ama bundan da vardır bir hayır diyerek ya Rabbim’den yardım dileyerek bu göreve başladım. Çevremdekiler hocam inanıyoruz ki siz orada çok güzel çalışmalar yapacaksınız diye dualarla birlikte bizi buraya uğurladılar. Normalde vakit namazlarında bay ve bayan olarak 100 kişi oluyoruz. Ama bugün neredeyse üç katı bir kalabalık cemaatle karşı karşıyayız” dedi. 21 Ekim’de kılınan ilk Cuma namazına yoğun ilgi oldu. İçeriye sığmayan cemaatin çoğunluğu bahçede ibadetlerini gerçekleştirdi.
20 Ekim’de yapılan bu atama ve ardından ilk Cuma namazının 21 Ekim’de kılınması Yunan çevreleri çıldırttı. Rum Patriği Bartholomeos’un göreve başlamasının 25. yıldönümünden iki gün evvel, ABD Başkanı Barack Obama’nın kutlama mektubuyla aynı güne denk gelen bu atama Yunanistan’da şok etkisi yaptı.
Yunanlar, Türkiye’de zaten yıllardır 2 vakit namaz kılınan bir yere asaleten imam tayin edilmesi ve 5 vakit namaz kılınmaya başlanmasına neredeyse çıldırdılar.
O kadar tepki verildi ki; Patriğin 25. yıldönümü etkinliklerine katılmak için İstanbul'a gelecek olan “Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos”, Ayasofya'da ezan okunmasını protesto etmek için İstanbul ziyaretini iptal etti.
Oysaki 11 Eylül’de 94 sene sonra, Sen Sinod Genel Sekreteri Barholomew Samaras’a episkopos rütbesi verilmiş (Ordinasyon)  ve ardından “İzmir Metropoliti” tayin edilmişti. Bu tayin için Yunanistan’da sanki İzmir’i yeniden işgal etmişler gibi neredeyse bayram etmişlerdi!
------------------
------------------

YUNANİSTAN CUMHURBAŞKANI PROKOPİS PAVLOPULOS TÜRKİYE’YE KİN KUSTU!

2010’da Cumhuriyet Tarihi’nde ilk olarak 15 Ağustos’ta Sümela’da ayin yapmak üzere Rum Patrikhanesi’ne izin verildi ve bu 2015’e kadar rutin bir hal aldı. Sümela’da aslında uzun zamandır taş düşmesi sorunları vardır ve şu anda da taş düşmelerine karşı, ziyaretçilerin can güvenliklerini tehlikeye atmamak için bir tamirat yapılmaktadır. Yunanistan Cumhurbaşkanı “Prokopis Pavlopulos” bu sene 15 Ağustos’ta Sümela’da ayin yapmamaları için bu tamiratın bahane edildiğini iddia ederek Türkiye’ye kin kustu!

Pavlopulos’un bu ani çıkışını irdelemeden önce biraz geriden başlayarak Sümela Manastırı’nda son birkaç yıldır yapılan ayinleri ve bunlara verilen izinleri irdeleyelim.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez 15 Ağustos 2010’da Sümela Manastırı’nda ayin yapmak üzere Rum Patrikhanesi’ne (Talebi üzerine) izin verilmişti. Sümela Manastırı’nın Hıristiyan Dünyası’ndaki bir adı da “Virgin Mary Monastery”dir. (Bakire Meryem Manastırı) Bu manastırın, MS.375’ten sonra inşa edilmeye başlandığı bilinmektedir. Bu bağlamda; 15 Ağustos, tüm Dünya’da “Meryem Ana Yortusu” olarak kutlanmaktadır ve yapılan talep; Sümela’daki ayinin manastıra da adını veren Meryem Ana Günü’nde bir ayin yapılmasıydı. 

Türkiye Devleti’nin azınlık vakıflarına ve mensuplarına fevkalâde iyileştirmeler yaptığı ve azınlık cemaatlerinin Cumhuriyet Tarihi’nde en fazla edinimler sağladığı bir dönemde böyle bir talep de devletçe hoşgörü çerçevesinde geri çevrilmedi.

Bir gazetede yapılacak ayin şu başlık ile yer almıştı: “Sümela'da ayinin şartları belirlendi.” [1]  Haberin devamı da şöyleydi: “Trabzon'un Maçka İlçesi sınırlarında bulunan Sümela Manastırı'nda 15 Ağustos'ta yapılacak ayine, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kısıtlama getirildi. Manastırda düzenlenecek “dini içerikli etkinliğin”, ziyaretçi sirkülâsyonuna engel olmaması, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla dış avlu kısmında, Valilikçe belirlenecek saatlerde yapılması istendi.”

Ancak bu izin verilirken çok önemli bir ayrıntı bu hoşgörü çerçevesinde atlandı! “15 Ağustos 1461” aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon Rum İmparatorluğu’nu yıktığı tarihtir. Bu çakışma; ilerleyen günlerde ve sonraki senelerde Yunanistan’da kullanıldı, 15 Ağustos’ta Sümela’da ayin yaparak Pontus’un rövanşının alındığı şeklinde değerlendirildi.

2010’da ana avluya kısıtlı bir ziyaretçi sayısı alınması şartıyla ayin için izin verilmesine karşın; Rum Cemaati mensupları ile Yunanistan’dan gelen ziyaretçilerin yanı sıra Rusya’dan da çok sayıda ziyaretçi geldiler ve Sümela’da izdiham yarattılar. Yunanistan’da sayıları yüzlerle ifade edilen Pontus dernekleri bulunmaktadır ve bu dernek ya da sivil toplum kuruluşlarının hepsi Türkiye karşıtıdırlar.

Aynı şekilde Rusya’da da ciddi boyutta bir Pontus organizasyonu ve kendilerine Pontuslu diyen, sayıları azımsanmayacak Rum bulunmaktadır. “Rusya Yunan Cemaatleri Federasyonu Başkanı” ve aynı zamanda Rus Duma’sı milletvekili olan aşırı “Pontus’çu” “İvan Savidis” de yukarıda bahsedilen, 15 Ağustos 2010’da Sümela Manastırı’nda yapılan ayinin organizatörleri arasındaydı. Ancak bu zat daha önceleri de provokasyonlarda bulunmuştur.

İvan Savidis’in adını ilk olarak 2009’da duyduk! 5 Ağustos 2009’da Rusya’dan geldiği bir grup Rum ile birlikte Sümela’da provokatif bir ayin düzenlemeye kalkıştı. Selanik Valisi “Panayotis Psomyadis’”in de aralarında bulunduğu bu grupla birlikte gelen Rum din adamları aniden mumları çıkartarak korsan ayin yapmaya başladılar. Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer ve görevliler tarafından engellendiklerinde ise bir arbede yaşandı. Bu arbedenin ardında Rusya’dan gelen gruptaki Rumlar aniden  “Yunan Milli Marşı”nı okumaya başladılar. 

16 Ağustos 2009’da İHA’da ise şu haber yer aldı: İvan Savidis İHA’ya; “Trabzon'da görkemli bir Ortodoks kilisesi inşa edeceğimBu manastırlar ise bizim atalarımızdan kalan yerlerdir. Buralar Ortodoks dindar insanların kiliseleridir, Türk Hükümeti'nin kiliseleri değildir. Bu olayın ne kadar önemli bir olay olduğunu tüm Dünya’ya göstereceğim”  şeklinde bir beyanat vermişti. 

15 Ağustos 2010’da yapılan ayinin ardından Yunan gazetelerinde sanki rövanşa geldiler ve çok mutlu oldular ve bu ilk ayinden sonra çıkan Yunan gazetelerinde kullanılan şu ortak bir kelime ise düşündürücü oldu: “Huşu”…

15 Ağustos 2010’da çıkan Yunan gazetelerinin başlıkları şöyleydi:

Ethnos: “Sümela Manastırı’nda Ekümenik Huşu

Avriyani: “Trabzonda duygusal anlar; Sümela Manastırı’nda tarihi ayin” 

Vradini: “Pontus’un Meryem Anası,  artık daha güzel günlerin garantisi

Espresso: “88 yıl sonra huşu ve gözyaşı, Pontos’un Meryem Anası için ağladık

Elefteros Tipos: Meryem Ana artık gözyaşı dökmüyor

15 Ağustos 2009’daki provokasyon ile ilgili olarak, biraz gecikmeli de olsa, 7 Ocak 2010’da Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu’nun TBMM’de gündem dışı söz alarak yaptığı konuşma; içeriği nedeniyle önem arz etmektedir.

15 Ağustos 2010’da yapılan ayinde ise iş ayyuka çıktı ve ziyaretçilerin büyük kısmı aniden üzerlerindeki giysileri çıkartarak üstünde eski Pontus İmparatorluğu haritaları ve bir kısım ziyaretçilerde ise “I am Pontios” yazılı tişörtler ortaya çıktı.

2011’de artık rutin hale gelen bu ayin için 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nde yazdığımız 11 ve 20 Mayıs ile 8 Ağustos’ta yazdığımız üç makalede gelişmeleri ve bahsi geçen Meclis tutanağının tam metnini koyarak her yıl artarak yükselen “Pontus” faaliyetlerine bir kez daha dikkat çekmiştik.

Her sene 15 Ağustos’ta Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon Rum İmparatorluğu’nu yıktığı tarihte Sümela’da ayin yapmayı rutin bir “Hak” olarak gören zihniyet, bu sene tamirat nedeniyle ayin yapamayınca Cumhurbaşkanı mertebesinde “Kin” kustu!

Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos yapılamayan Sümela ayinine karşı bir alternatif olarak Yunanistan’daki “Vermio Dağı”nda bulunan “Panayia Sümela Manastırı”nda yapılan ayine katıldı ve orada yaptığı konuşmasında; 15 Ağustos için geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu sene Sümela’nın tahsis edilmemesini Türk Devleti’nin özellikle engellediğini ve bu durumun “keyfilik” olduğunu savundu.  Bir yandan Sümela ayini için ”Açıkçası çok üzgünüm” ifadesini kullanırken öte yandan sözde Pontus soykırımı için bunun Yunanlıların tarihsel belleğinde büyük bir acı olduğunu ve en azından, faillerin tespitini ve Türkiye’den artık “Samimi bir özür" beklendiğini, ifade etti…

Yunanistan Cumhurbaşkanı; Eleftherios Venizelos tarafından 1930 yılında, söz konusu edildiği gibi, Sümela’nın Yunanlılarca Kutsal Simge olduğunu ve Pontus aktivisti “Leonidas Iasonidis”in (1884-1959)  geçmişte Pontus için yaptığı çalışmaları övgüyle anlattı. Her 15 Ağustos’ta Pontus Rumlarının uğradığı bu acımasız soykırımdan dolayı ruhları için Sümela’da dua edilmesi gerektiğini söyledi ve “Türkiye; Yunanlıların/Rumların tarihsel hafızasını bükmesin” şeklinde de tehditkâr bir ifade kullandı.

Yunanistan’daki Panagia Sümela Vakfı Başkanı “George Tanimanidis” ise diğer Pontus derneklerinin de onayı ve Veroiya Belediyesi’nin de tasvibiyle ile Panayia Sümela Büyük Haç Ödülü’nü, Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’a verilmesi kararlarını açıkladı. Pontus’daki Helenizm Soykırımı'nın tanınması için mücadelelerini savunmak için Cumhurbaşkanı’nın da desteklerinin devamını diledi.

Ayinden sonra ise Yunanlılarca Osmanlı’ya karşı direnişin simgesi sayılan “Aleksandır İpsilanti”nin büstüne çelenk konuldu. Alternatif ayine ve ardından yapılan seremonilere Yunanistan Maliye Bakan Yardımcısı Trifonas Alexiadis, SYRIZA Milletvekili Frosso Karasarlidou, milletvekilleri Kostas Gkioulekas, Andreas Lykourentzos, George Katsiantonis ve Veria Belediye Başkanı Kostas Vorgiazidis de katılanlar arasındaydı.

Yunan medyasında 16 Ağustos’ta çıkan haberlerde ise Cumhurbaşkanının bir gün önce verdiği beyanat ve yapılamayan ayin için Türkiye’yi suçladığı ile samimi bir özür beklentisine yer verildi, Türk Dışişleri Bakanlığı suçlandı ve ayinin yapılamayacağı hakkındaki Türk Dışişlerinin mektubuna “Demagoji” nitelemesi yapıldı. Dini ve milli nefreti körükleyen ve dostluk ile iyi komşuluk ilişkilerinin ruhuna aykırı olan bu durumun düzeltilmesi gerektiğini ve Cumhurbaşkanının Türkiye’de "Tüm azınlıkların insanlık dışı muamele" gördüğünü belirttiği medyada yer aldı. Tadilatın bir çarpıtma olduğu iddia edildi. Cumhurbaşkanının “Pontus Soykırımını unutmayacaklarını ve bunun nihai ispatı için çaba göstereceğiz ve samimi bir özür beklentisinde olacağız” şeklindeki ifadelerine özellikle yer verildi.




6 Temmuz 2016 Çarşamba

GİRİT’TE YAPILAN PAN ORTODOKS KONSEYİ’NİN ARDINDAN


Girit toplantısı medyada “Konsey” olarak yer aldı. Biz de geçen yazımızda güncel bir konuyu işlediğimiz için “Konsey” tanımını kullandık. Ancak terminolojik bir hataya düşmemek adına: Bu yazımızda “Konsey” yerine “Konsil” tanımlaması yaptık. Çünkü Hıristiyanlık Tarihi’nde, M.S. 325’te İznik’te yapılan ilk genel toplantı da dâhil olmak üzere tarihi toplantılar “Konsil” olarak tanımlanmaktadır.

1. Hıristiyanlık Genel Konsili; M.S. 325’te İznik Konsili İznik’te yapıldı. Bu konsilin dinî açıdan çok iyi değerlendirmesi gerekir. Çünkü o dönemde Hıristiyanlığın serbest bırakılması tamamen siyasi bir olgudur. İmparator 1. Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ) annesi Elena’nın çok fazla Hıristiyanlığa destek vermesinin etkisiyle Hıristiyanlığı serbest bırakmıştı. Ancak Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki bir başka etken ise kitlelerin inanç ile baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır.

Hıristiyanlıktaki Tanrı inancının temeli; “Baba” “Oğul” ve “Kutsal Ruh”tur. Bir Hıristiyan, günümüzde bu kavrama karşıysa; sapkındır, heretikdir yani din dışıdır.  Ancak bu kavramın doğruluğu kadar bir de kabul ediliş biçimi Hıristiyanlar arasında asırlardır tartışma konusudur.

Çünkü bu konsili yöneten İmparator 1. Konstantin o esnada Hıristiyan değildir ve “Ateş Kültü”ne tapmaktadır.  Papa I. Silvestre’nin (1.Sylvester) döneminde geçen bu süreç için kilise kaynaklarında; İmparator’un hasta yatağında son nefesini verirken yanında bulunan papazlar tarafından kendi isteği ile Hıristiyan olduğu yer almaktadır.  Bunu salt bir gerçek olarak kabul etsek dahi konsilin toplanmasını isteyen ve yöneten İmparator 1. Konstantin’in, Konsil süresince Ateş Kültü’ne inanan ve henüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş biri olmasından ötürü 1. İznik Konsili’nin kararları asırlardır tartışma konusudur.

Ekümenik bir kilise olmanın tek şartı o kilisenin İsa Peygamber’in bir Havarisi tarafından kurulmuş olmasıdır. Dünya’da bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhanenin (Roma, İskenderiye, Antakya) yetki ve sınırları da M.S. 325 yılında İznik’te belirlenmiştir. (Bu noktada Hıristiyanlığın Katolik/Ortodoks ya da Batı ve Doğu kiliseleri olarak henüz ayrışmadığını da vurgulamamız gerekir.)

İmparator 1. Konstantin bir yandan Hıristiyanlığı serbest bırakırken öte yandan İskenderiye’den yükselen bir dinî akımdan fevkalâde rahatsızdı. İskenderiyeli bir din bilgini olan Arius’un Hazreti İsa’nın varlığı ile ilgili savunduğu ve çok fazla taraftar bulan, kısaca Ariusçuluk denilen bir doktrin, Hıristiyan kitleleri dalga dalga sarmaya başlamıştı. Ariusçuluk ilkesi genel olarak Tanrı’nın tek olduğu ve ona eş koşulamayacağı ile Tanrı’nın kendiliğinden var olan ve değişmeyen olduğudur.  Ariusçuluğa göre; Tanrı kendiliğinden vardır ve öncesizdir. Kendiliğinden var olmayan “Oğul” bu durumda “Tanrı” olamaz. Bu nedenle; İncil’de anlatılan şekliyle Oğul; Tanrı olamaz, Tanrı olarak anılamaz.

1. İznik Konsili’nde bir yandan Arius dışlanmıştır öte yandan bu doktrinin yayılmasının da önünü kesmek adına Hıristiyan “Baba” ile “Oğul” arasındaki tabiat eşitliği (Homoousios) kabul edilmiştir. Bu karar Hıristiyan Tarihi’nin ilk ve en önemli amentüsüdür. (Amentü=İman etmek için inanılması gereken esaslar)

381’de “Birinci İstanbul Konsili” olarak adlandırılan ve İmparator 1. Theodosius tarafından toplanan 2. Genel Konsil’de “İznik İnancı” revize edilerek Baba” “Oğul” ve “Kutsal Ruh” inancı en kutsal amentü olarak kabul edildi.

3. Genel Konsil: 431’de “Birinci Efes Konsili” adıyla,
4. Genel Konsil:. 451’de “Kadıköy Konsili” adıyla,
5. Genel Konsil:  553’te “İkinci İstanbul Konsili” adıyla,
6. Genel Konsil:  680’de “Üçüncü İstanbul Konsili” adıyla
7. Genel Konsil:  787’de “İkinci İznik Konsili” adıyla yapılmıştır.

Katolik ve Ortodokslar bu ilk yedi konsili “Genel Konsil” sıfatıyla kabul etmektedirler.  869’da İstanbul’da gerçekleşen “Dördüncü İstanbul Konsili” Katolik Kilisesi tarafından organize edildiği için Ortodokslarca kabul edilmez. (Geçtiğimiz günlerde Girit’te yapılan son toplantının tutanaklarında karşılıklı kabul edilen ilk yedi konsile atfen yapılmış söylemler vardır.)

8. Yüzyıl’dan itibaren Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasında süregelen düşmanlıkta son nokta, Papa “9. Leo”nun 1054 yılında “Kardinal Humbert”i İstanbul’a göndererek Ayasofya’da Doğu Kilisesi’ni (Ortodoksları) aforoz ettiğini açıklayan fermanını okutması ile konmuştur. Katolik ve Ortodoks düşmanlığının bir başka tezahürü; 1204 yılında Kudüs’ü kurtarmak için düzenlenen 4. Haçlı Seferi’nin Kudüs yerine Konstantinopolis’e yönlenmesi ve zapt edilmesi ile sonuçlanır ve Bizans Hanedanlığı, Haçlıların kendiliklerinden şehri terk etmesine kadar 57 sene süresince İznik’e sığınır. Bu süre içinde İstanbul’da taş taş üstünde kalmaz, Haçlılar şehri tamamen yağmalarlar. Bu süreçte; tüm tarihi dini objeler de Papalığa gönderilmiştir ve halen Vatikan’da saklanmaktadır.

Bu düşmanlığı ortadan kaldırmak, barışmak ve karşılıklı aforozları kaldırmak için 1902’de her iki kilise tarafından çalışmalar başladı. Fakat bu çalışmaların meyveleri çok zaman sonra ortaya çıktı. Rum Patriği Athenagoras’ın çabalarıyla 1962-1965 yılları arasında “2. Vatikan Konsili” adı altında toplantılar yapılarak iki kilisenin sorunları giderilmeye çalışıldı ve “Hıristiyan Birliği Sekreteryası” da kuruldu. 1964 yılında Papa 6. Paul ile Rum Patriği Athenagoras Kudüs’te bir görüşme yaptılar. Patrik Athenagoras ise 26 Ekim 1967’de Papa 6. Paul’u Roma’da ziyaret etti. Bu ziyaretlerin ardından 1054 yılında karşılıklı yapılan aforozlar ortadan kaldırıldı. Tabi ki bu bir birleşme değil barışmaydı!

2016’da İstanbul’da yapılması kararlaştırılan son toplantı; Rum Patriği Bartholomeos’un 2014’te başlayan girişimleri sonucunda kabul edilmişti ve İstanbul’da gerçekleşecekti!  Önceki makalemizde belirttiğimiz gibi yapılacak Pan Ortodoks Konseyi için ilk olarak Aya İrini Kilisesi istenmişti ve konseyin son provası 2016 Ocağında İstanbul’da yapılacaktı. Ancak Rus Patriği Kiril; Türkiye ve Rusya arasında yaşanan, 24 Kasım’da bir askeri Rus uçağının düşürülmesinin ardından başlayan siyasi kriz nedeniyle İstanbul’daki toplantıya katılmayacaklarını bildirdi. Rus Kilisesi’nin isteği ile Türkiye dışında bir yerde Girit’te yapılması kararlaştırıldı.  Fakat Rus Patriği Kiril bu değişikliğe rağmen Girit’e de katılmayacağını açıkladı.

Ruslardan dışında Bulgar Patrikhanesi, Antakya  Patrikhanesi ve Gürcistan Patrikhanesi de bu konseye katılmadılar. Daha önce katılmayacağını açıklayan Sırp Kilisesi ise son anda karar değiştirerek katıldı ve bu suretle 14 Ortodoks kilisesinin 10’u bu konseye katılmış oldular. Çok sayıda Vatikan temsilcisi din adamının da katıldığı konseyde Papa Francis’in yolladığı bir mektup okundu ve Papa’nın resmi Twetter hesabından 19 Haziran’da konsey için iyi temenniler dileyen bir twet de atıldı.

Konseyin ana başlıkları şöyleydi: Ortodoks Diasporası’nın sorunları, Otonom kiliselerin durumu, Perhiz kuralları, Evlilik ve aile konusunda yaşanan gelişmeler ve sorunlar, Ortodoksların diğer Hıristiyan kiliseleri ile ilişkileri ve Teknoloji ve bilimde yaşanan gelişmelerin  Ortodoks dünyasında yarattığı yenilikler ve sorunlar.
Konseyin sonunda altı ana başlık için oyçokluğu ile imzalanmış uzun karar metinleri açıklandı.

İlgilenen araştırmacılar için İngilizce metinleri: https://www.holycouncil.org/

Yukarıda bahsedilen altı başlığı da içeren, altında katılımcı delegasyonlardaki din adamlarının da imzasının bulunduğu on iki maddelik bir kapanış bülteni Message of the Holy and Great Council of the Orthodox Church” başlığıyla Yunanca, İngilizce, Rusça ve Fransızca olarak yayınlandı.


Bu bültendeki temel satırbaşları şunlardır:
Toplantının başlıca önceliği Ortodoks Kilisesi'nin birliği üzerinde olmuştur. Katılımcılar Dünyanın lehine yapılan dua ayininden sonra çalışmaya başlamışlardır…

Kilise Heterodoks Hristiyanlar ile diyaloğa büyük önem vermektedir. Hıristiyan Dünyası Ortodoks geleneğinin özgünlüğünü bilir. Ortodoks kilise öğretimi, operasyonel deneyim ve inanç değeri önemlidir. Diyaloglarda Ortodoks Kilisesi’nin inanç konularında taviz olmamıştır…

Farklı dinlerde dinler arası diyalog, karşılıklı güven, barış ve uzlaşma tanıtımına önemli katkıda bulunulmuştur. Ortodoks Kilisesi; adam kaçırma, işkence ile ve iğrenç infazlarla insanları inanç değiştirmeye zorlayarak, savaş şiddet, zulüm yapılmasını ve dini toplulukların üyelerinin öldürülmesini kınamaktadır… 

Ortodoks ve diğer Hıristiyanlar eşit vatandaşlar olarak vatandaşı oldukları ülkelerinde kalma hakkına sahiptirler. Bölgedeki tüm insanların korunması için Dünya kamuoyuna hitap ediyoruz. Bizim önderliğimizde tüm tarafların Ortadoğu'da savaşların durması için sistematik çabalar yapmasını diliyoruz…
Özellikle mültecilerin durumunu düşünüyoruz. Her ülkedeki yetkilileri, politikacıları, vatandaşları ve Ortodoks Hıristiyanları mültecilere yardım etmeye çağırıyoruz… 

Batı Kültürü; Hıristiyanlığın silinmez sembolünü bir damga gibi taşır. Kilise; İsa ve O'nun yaşam biçiminin ebediyen geçerli olduğunun önemini vurgulamaktadır…

Evlilik Ortodoks Kilisesi’nde erkekler ve kadınlar arasındaki kopmaz sevgi dolu bir ilişkidir. Aile ise çocuk yetiştirmenin tek garantisidir…

Hıristiyan inanç ve bilim ilişkileri konusunda, Ortodoks Kilisesi bilimsel araştırmanın vesayetini önler ve her bilimsel soru üzerine bir pozisyon almaz. İlahi Yaratılışın bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmak için çalışan bilim adamlarına ise teşekkür eder. Ortodoks Kilisesi, aynı zamanda bilimsel araştırma özgürlüğüne de saygı duyar…

Mevcut ekolojik krizle ilgili manevi ve ahlaki nedenler açıktır. Doğal kaynakları kirleticiler ve iklim değişikliği ile atmosferin kirliliğinin irrasyonel kullanımına yol açan, açgözlülük, hırs ve bencillik önlenmelidir. Tüm gelecek nesiller Yaratanın güvencesinde eşit haklara sahiptirler. Bu nedenle Ortodoks Kilisesi çeşitli ulusal çevre çabalarına aktif olarak kendini adamıştır…

İnsanın temel ihtiyaçları sadece yaşam standartlarının geliştirilmesi veya manevi değerlerin pahasına ekonominin gelişimine bağlı değildir…

Ortodoks Kilisesi siyasete karışmaz ama kilisemiz vatandaşların sorumluluklarının önemli ölçüde iyileştirilmesi için topluma karşı sürekli yol gösterir… Ortodoks Kilisesi, özgürlük, adalet ve diğer hususlarda gençlere, hedef gösterir. Gençler sadece kilisenin geleceği değil yerel ve küresel düzeylerde, dinamik ve yaratıcı unsurlarıdır…

Kutsal Sinod’un bu toplantısıyla modern çok şekilli Ekümenik ufuk açılmıştır. Ortodoks Kilisesi, halklar arasındaki adalet ve barış için çok duyarlıdır… 

Dua…        

Katılımcıların İmzaları…


Rus Patriği Kiril, 17 Haziran’da katılmadığı konsile siyasi denebilecek bir mektup göndermişti. Bulgaristan Patrikhanesi ise bu toplantıya metinlerdeki çelişkiler nedeniyle katılmadıklarını deklare etmişti. Fakat Bulgaristan’daki kaynaklarımızdan aldığımız bilgiye göre; Bartholomeos’un 7 Kasım 2015’te Bulgaristan ziyaretinde yarattığı politik skandaldan ötürü Bulgar Hükümeti’nin, Bulgar Kilisesi’nin bu toplantıya katılmaması yönündeki telkinleri tesirli olmuştur.

Konseyin ardından başta Rusya olmak üzere katılmayan kiliselerin haber kaynaklarında katılımın tam olmamasından dolayı bu toplantının bir “Genel Konsil” olamayacağı şeklinde söylemler yer aldı.


22 Haziran 2016 Çarşamba

GİRİT’TE YAPILAN PAN ORTODOKS KONSEYİ


17-26 Haziran tarihleri arasında Girit’te Pan Ortodoks Konseyi (ya da Genel Sinodu) yapılmaktadır ve bu toplantı Hıristiyan Tarihi’nde önemli bir yer alacaktır. Çünkü buna muadil bir genel Hıristiyan toplantısı en son 787’de yapılmıştı. Böyle bir ortak toplantı yapma fikri ilk olarak 1902’de ortaya atılmış ve hazırlıklarına Patrik Athenagoras’tan döneminde 1961 yılında başlanmıştı. 55 sene içinde ancak karar verilebilen bu toplantı; Katolik ve Ortodoks ayrışmasının katılığının da bir göstergesidir.

2016’da İstanbul’da yapılması kararlaştırılan bu toplantı, Rum Patriği Bartholomeos’un 2014’te başlayan girişimleri sonucunda kabul edilmiştir.

Yapılacak Pan Ortodoks Konseyi için ilk olarak Aya İrini Kilisesi istenmişti ve konseyin son provası 2016 Ocağında İstanbul’da yapılacaktı. Ancak bu esnada ortaya Rus Kilisesi faktörü çıktı! Rus Patriği Kiril; Türkiye ve Rusya arasında yaşanan, 24 Kasım’da bir askeri Rus uçağının düşürülmesinin ardından başlayan siyasi kriz nedeniyle İstanbul’daki toplantıya katılmayacaklarını bildirdi.

Nitekim 27 Mayıs’ta Yunanistan’ı ziyaret eden Rusya Devlet Başkanı Putin de Başbakan Tsipras'la birlikte yaptığı basın toplantısında, bir yandan Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istediğini söyledi, öte yandan da düşürülen uçak konusunda Türkiye'den hâlâ bir özür açıklaması beklediklerini dile getirdi ve de uçağın ikinci pilotunun öldürülmesinin savaş suçu olduğunu vurguladı.

Ve sonuç olarak bu önemli toplantı için, Rus Kilisesi’nin isteği ile Türkiye’de yapılmaması kararı alındı ve Girit’te yapılması kararlaştırıldı. Bu konuda Patrik Bartholomeos şöyle konuşmuştu: “Bizim misyonumuzun içeriği dinîdir, siyasi değildir. Ya iptal edecektik, ya da bir başka yere taşıyacaktık. Biz de İstanbul’daki Patrikliğimize bağlı olan Girit’te yapmaya karar verdik” Ancak ilerleyen günlerde Ruslar olağanüstü bir Sen Sinod toplantısı yaparak bu toplantıya katılmama kararı aldılar.

Bartholomeos Girit’e gitmek üzere hareket etmeden önce kendisine bu toplantı ile ilgili soru soran gazetecilere evvelâ İstanbul’da yapılması planlanan konseyin uçak krizini bahane eden Rus Patriği Kiril’in “İstanbul’a gelmeyiz” şeklindeki tepkisi üzerine Girit’te yapılmasının kararlaştırıldığını söyledi.

Ardından ise Rus Patriği Kiril’in bu değişikliğe rağmen Girit’e de katılmayacağını şu sözlerle ifade etti: “Temennilerimiz toplantının İstanbul’da yapılmasıydı. Ama Rusların talebi üzerine bunu değiştirmek zorunda kaldık. Onlara da bir jest yaptık. Mademki Türkiye’ye gelmek istemiyorsunuz buyurun Cenevre’ye gidelim, buyurun Girit’e gidelim dedik. Ancak oraya da gelmiyorlar.”  

Ruslardan başka Bulgar Patrikhanesi, Antakya  Patrikhanesi ve Gürcistan Patrikhanesi’nin de bu toplantıya katılmama kararı almaları hakkında ise; “Ortodoks Âlemi 14 kiliseden müteşekkildir. Bu toplantıya 10 kilise geliyor, 4 kilise şu an gelmiyor. Ama belki son anda bir değişiklik olabilir. Sebep olarak da ‘Hazır değiliz. İmzalayacağımız metinleri düzeltelim’ dediler. Bunları tabii orada da çalışmalarımız esnasında yapabilirdik. Fakat son anda mazeretler çıkardılar.”

Bulgaristan bu toplantıya her ne kadar metinlerdeki çelişkiler nedeniyle katılma kararlarından vazgeçtiklerini deklare ettiyse de Bulgaristan’daki kaynaklarımızdan aldığımız bilgiye göre; Bartholomeos’un 7 Kasım 2015’te Bulgaristan ziyaretinde yarattığı politik skandaldan ötürü Bulgar Hükümeti’nin, Bulgar Kilisesi’nin Pan Ortodoks Konseyi’ne katılmasına yönündeki telkinleri de etken olmuştur.

Bu toplantı öncelikle Ortodoks kiliseler arasında mevcut olan problemleri masaya yatırmayı ve var olan ihtilafları çözmeyi amaçlıyordu. Konseyin ana başlıkları şunlardır: Ortodoks Diasporası’nın sorunları, Otonom kiliselerin durumu, Perhiz kuralları, Evlilik ve aile konusunda yaşanan gelişmeler ve sorunlar, Ortodoksların diğer Hıristiyan kiliseleri ile ilişkileri ve Teknoloji ve bilimde yaşanan gelişmelerin  Ortodoks dünyasında yarattığı yenilikler ve sorunlar.

Aslında problemler arasında Ukrayna Kilisesi'nin geçmişten gelen Moskova Patrikliğine karşı yürüttüğü bağımsızlık mücadelesi de bulunmaktadır. Ukrayna Kilisesi; 1686 yılında Rum Patrikhanesi’nin onayıyla Moskova Patrikliği'ne bağlanmıştır. Bu kararın iptal edilmesi için Ukrayna Kilisesi uzun zamandır Rum Patrikhanesi’nin desteğini istemekteydi.  Bartholomeos 2008 yılında bu meseleyi görüşmek üzere Ukrayna'ya bir ziyaret yapmış ve ardından dönemin Rus Patriği II. Aleksey ile de görüştükten sonra İstanbul’a dönmüştü. Bu süreçte Rusya; Türkiye'ye doğalgaz üzerinden baskı uygulayarak bu konuyu siyasi hamlelerle savuşturmak eğilimini göstermişti. Bu bir anlamda Rusya Devleti’nin Rus Patrikhanesi’ne de doğal bir desteğidir. Ve böylece 2008 yılında Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna Kilisesi'ni direk kendi bünyesine bağlama girişimi akamete uğradı ancak 2014’te Ukrayna'da meydana gelen olaylar ve Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi bazı dengeleri değiştirdi.

Girit’te yapılan Pan Ortodoks Konseyi’nde Ukrayna konusunun ele alınmayacağı önceden deklare edilmişti ve Muğla (Telmessos) Metropoliti Job’un yönettiği bir basın toplantısında bu soru kendisine “Ukrayna konusu da görüşülecek mi?” şeklinde sorulunca net olarak “Bu gündemde Ukrayna konusu yoktur.” cevabı verildi.

Rusya’nın; asırlardır Moskova için “Üçüncü Roma” hayalleri süregelmektedir. 12 Şubat 2016’da Papa Franciscus ile Patrik Kiril, Küba'da bir araya geldiklerinde bu görüşmeyi Rus kaynakları “Ortodoks Dünyası lideri ile Katolik Dünyası’nın lideri buluştular” şeklinde yansıtmışlardı.

Patrik Kiril başkanlığında acil olarak toplanan Rus Kilisesi Sen Sinodu  Girit'te toplanacak Konseye katılmama kararı aldı ve ayrıca Sırp, Bulgar ve Antakya Ortodoks Kiliselerini de kendi safına katmak için çaba sarf edildi. Rus Kilisesi, Kiev ve Ukrayna'dan vazgeçmek niyetinde değildir. Bu nedenle Rum Patrikhanesi’nin konsey hamlesini engellemek için elinden geleni yaptığı görülmektedir.

Rus Kilisesi’nin olağanüstü Sen Sinod toplantısının ardından ise (özetle) şu açıklama yapılmıştır: Bütün Ortodoks Otokefal Kiliseler katılmadığı takdirde bu toplantının bir ‘Pan Ortodoks Konseyi’ olamayacağından, burada alınacak kararların da geçersiz olacağını beyan etmek isteriz. Yapılması gereken en doğru adım, bu konseyin ertelenmesi olmalıdır.  Konseyin geçerli olması için bütün Otokefal kiliselerin hazır bulunması gerekmektedir ancak başta Antakya Kilisesi olmak üzere Gürcü, Sırp ve Bulgar Kiliseleri konseye katılmayacaklardır. (Sırp Kilisesi son anda karar değiştirerek konseye katılmıştır.) Böyle eksik katılımlı bir konseyde ele alınacak konular ile ilgili kaygılıyız ve Ukrayna Kilisesi'nin Otokefallığı meselesinin de bu konseyde gündeme gelmesinden de ayrıca kaygı duymaktayız.”

17-26 Haziran olarak deklare edilen Konsey için Bartholomeos 15 Haziran’da Girit’e geldi. Diğer kilise önderlerinin intikali ise 16 Haziran’da gerçekleşti. Konsey süresince; 18 Haziran’da Heraklion Belediye Başkanı Claus Labrino tarafından bir resepsiyon verildi. 19 Haziran Pazar günü kilise ayinlerinin ardından Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos tarafından bir resepsiyon verildi ve Bartholomeos Cumhurbaşkanına ve kilise temsilcilerine hitaben bir konuşma yaptı. 20 Haziran Pazartesi günü ise oturumlara başlandı. Programda 16 oturum ve bir kapanış oturumu görülmektedir. 25 Haziran’da ise ABD’li Arhonlar tarafından Denizcilik Müzesi’nde kilise önderlerine bir resepsiyon verilecektir.

Çok sayıda Vatikan temsilcisi din adamının katıldığı konseyde Papa Francis’in yolladığı bir mektup da okundu ve Papa’nın resmi Twetter hesabından 19 Haziran’da konsey için iyi temenniler dileyen bir twet atıldı.

 

(Bir sonraki yazımızda; Pan Ortodoks Konseyi’nde varılan sonuçlar ile oturumlar esnasında irdelenmesi gereken diğer hususları ele alacağız. Yine bir sonraki yazımızda –bu makalenin çok uzun olmaması için- yer vermediğimiz Konsiller Tarihi ile Katolik/Ortodoks ayrışmasının kronolojisini de değerlendireceğiz)

12 Haziran 2016 Pazar

VLADİMİR PUTİN’İN YUNANİSTAN VE AYNOROZ GEZİSİ


Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 27/28 Mayıs’ta Yunanistan’ı ziyaret ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ile Başbakan Aleksis Tsipras’la da görüştü. Görüşmelerde ekonomik işbirliği, enerji konuları ve Doğu Akdeniz'deki gelişmeler ele alındı. Putin bu siyasi görüşmeler kapsamında; Aynoroz’da bulunan bir Rus manastırını da ziyaret etti

Putin son yıllarda Rus Ortodoks Kilisesi’ne desteğini, siyasi amaçlarla daha fazla kullanmaya başlamıştır. Bu gezide kendisine Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kiril de eşlik etmekteydi ve Patrik Kiril ile birlikte Aynoroz’u da ziyaret ettiler. Putin’in Yunanistan ziyareti aynı zamanda Aynoroz’da Rus Keşişliğinin bininci yılına da denk geldiği için Rus Kilisesi açısından çok önemliydi ve Patrik Kiril’in devlet başkanı ile birlikte diplomatik bir geziye iştirak etmesi ziyareti daha önemlim kıldı.

Kuzeydoğu Yunanistan’ da, Makedonya Bölgesi’nde bulunan ve kısaca “Aynoroz” olarak tanımlanan, Yunanistan’ın içinde yarı otonom bir idari yapıda olan “Aynoroz Dağı Özerk Cumhuriyeti”; Makedonya’dan Ege Denizi’ne uzanan Khalkidiki Yarımadası’nda üç dağlık bir burun şeklindedir. “Athos” ya da “Agion Oros” olarak bilinen bu bölge; 9. yüzyıldan bu yana Yunanistan’ın özel statüye sahip dinî bir merkezidir.

Bölgede, 17 Yunan ve birer Rus, Bulgar ve Sırp olmak üzere toplam 20 büyük manastır bulunmaktadır. Ayrıca bu manastırlara bağlı küçük kilisecikler ile keşişlerin inzivaya çekildiği hücreler de vardır.  Aynoroz Dağı Özerk Cumhuriyeti; Yunan Anayasası’na göre idari olarak Karyes Valisi’ne bağlıdır ve bu bölgeye Hıristiyan olmayanlar ve kadınlar giremez!

Yunanistan Anayasası’nda 3. ve 105. Maddeler Aynoroz’un statüsü ile ilgilidir. 3. Madde (3. Madde, II Bölüm: Kilise Devlet İlişkisi) özetle; Yunanistan’ın dininin Ortodoksluk olduğunu ve dinin başının Konstantinopolis’te bulunduğunu belirtir. Burada Rum Patrikhanesi “Ekümenik” ve İstanbul da “Konstantinopolis” olarak tanımlanmıştır.

105. Madde; Aynoroz yarı otonom bölgesinin idari yapısını ve bu ruhani cumhuriyetin başkanının o an görevde olan Rum Patriği olduğunu belirler. (105. Madde, III Fasıl); Aynoroz rejimlerinin, detayları ile çalışma şekilleri, devlet temsilcisinin işbirliği ile yirmi Kutsal Manastırdaki idare şekli; Rum Patrikhanesi ile Yunanlılar Meclisi’nin onayladığı “Aynoroz Nizamnamesi” ile belirlenmiştir. (105. Madde, IV Fasıl);  Aynoroz’un yönetim nizamnamelerine tam olarak uyulması için, dini açıdan Ekümenik Patrikhane’nin yüksek murakabesi, idari ve emniyeti sağlamak açısından Devlet’in mutlak yetkisi ve gözetimi altındadır.

Aynoroz’da Yunan olmayan diğer bazı Ortodoks ülkelerin, kendi milli kiliselerine bağlı manastırları da vardır. Bunlardan Ruslara ait manastırın adı “Sveti Panteleimon”dur ve bir adı da “Rustik”tir. Onuncu asırda kurulan Bulgar manastırının adı “Zograf”, Sırplarınki ise “Hilendar”dır.

Yıllar önce “İver” ve “Gruzik” adlı Gürcü manastırları ise zaman içinde Yunanlıların eline geçmiştir. Aynoroz’daki dinsel kanunlara (Kanon) göre bir manastırdaki başkeşiş orada yaşayan keşişlerce seçilmektedir. Manastırların kapıları ise orada yaşamak isteyen keşişlere (Ortodoks olma dışında) şart koşulmadan açıktır. İver” ve “Gruzik” adlı Gürcü manastırlarının bu gün Yunanlıların eline geçmiş olmasının nedeni bilinçli olarak o manastırlara yerleşen Yunanlı keşişlerdir. Yunanistan Krallığı; Rusya’nın gücünden korktuğu için tarihte böyle bir yola başvurmadığı gibi Rusya Bulgarların arkasında da olduğu için Aynoroz’daki Bulgar Manastırı Zoğraf’ta da böyle bir durum söz konusu olmamıştır.

Rusya asırlardır kendini Ortodoksların hamisi saymıştır. Bunda Bizans İmparatoru’nun İstanbul’un Fethi’nden önce askeri destek karşılığında Papalığın güdümüne girmeyi kabul etmesi rol oynamıştır. Bu; bir anlamda Ortodoksluk ve Katolikliğin birleşmesi de olacaktı. Fetihten öncesi son Paskalya Töreni de zaten bir Katolik Piskopos tarafından icra edilmişti. Fetih tamamlanmasıydı bugün başka bir tarih yazılmış olacaktı. İstanbul’un Fethi bu nedenle Dünya’da Hıristiyan Tarihi’ni de değiştiren çok önemli bir hadisedir.

Bizans İmparatorluğu’nun bu yaklaşımı Rusya tarafından dine ihanet olarak addedilerek “Ortodoksların Hamisi” rolünü üstlenmesine neden olmuştur. Tarihsel süreçte Osmanlı’nın da önemli bir hasmı olan Rusya, Ortodoksluğu kullanarak Osmanlı’yı farklı zaman dilimlerinde hayli zora sokmuştur. Rusların Panslavizm’in hamisi olması ve Ortodoksluk adına Bulgarlara destek vererek Osmanlı’nın karşısına dikmesi de aynı şekilde kendine biçtiği “Ortodoksların Hamisi” rolünün bir parçasıdır. Bugün ise bu hamilik başka bir boyutla karşımızdadır ve Rusya Ortadoğu’daki Ortodoksların hamisi rolündedir.

Aynoroz’da bir Rus varlığı olan, “Sveti Panteleimon Manastırı” (Aziz Pandeleymon) Rusya için çok önemlidir. Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus Rusya’dadır. Rusya’nın topraklarındaki en yaygın mezhep de Ortodoksluktur ve Dünya Ortodokslarının yarısı bu ülkenin vatandaşıdır. Bu durumda kısaca şunu demek mümkündür: “Rusya güçlüdür ve Rusya’da kilise de çok güçlüdür

Rum Patriği Bartholomeos 7-12 Ekim 2011 arasında Aynoroz Bölgesi’ne bir ziyaret yapmış ve pek alışılmamış bir şekilde Rusya için fevkalade önem arz eden Aziz Pandeleimon Manastırı’nı da ziyaret etmişti. Geleneksel olarak geçmişte Aynoroz’a giden Rum patriklerinin yapmadığı bu ziyaretin programı açıklandığında hemen Ruslar tepki gösterdiler.

Rum Patriği’nin 7-12 Ekim 2011’deki Aynoroz programı kapsamında Rus manastırını da ziyaret edecek olması Rusya’da politik açıdan da tepkiye neden oldu. Bu ziyaretin hemen öncesinde, 30 Eylül 2011’de Rus Patriği Kiril, o zamanki Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ve çok üst düzey bürokratların katılımı ile “Aziz Pandeleimon Rus Manastırı Kültür ve Manevi Mirası Koruma Kurulu” oluşturuldu ve bu manastırın rehabilitasyonu için çok büyük bir bütçe ayrıldı.

Putin’in 27/28 Mayıs Yunanistan gezisi kapsamında Aynoroz’da Aziz Pandeleimon Manastırı’nı da ziyaret etmesi ise Yunan medyasında bir gövde gösterisi olarak kabul edildi ve tepkiye neden oldu!

Bu tepki o kadar ileriye gitti. Osmanlı dönemine atıfta bulunularak ve Aynoroz’un tarihsel süreçte asırlardır Osmanlı yönetiminde olduğu belirtilerek; “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Aynoroz’a bir ziyaret yaparsa, buna Putin’den daha fazla hakkı vardır” şeklinde yazılar çıktı. Oysaki Aynoroz’a kadınlar ve Hıristiyan olmayanlar giremez…

Rusya Devlet Başkanı Putin; Başbakan Tsipras'la saatler süren bir görüşmesinin ardından muhalefetteki muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi (Nea Dimokratia) lideri Kyriakos Mitsotakis ile de bir araya geldi. Bu gezide Putin; bir açıdan Aynoroz’daki Rus varlığının arkasında olduklarını göstermiş ve bir başka açıdan ise Rusya’nın Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfusa sahip ülke olduğunu da Yunanistan’da vurgulamıştır.

Putin’in Yunanistan gezisi siyasi olarak yaptığı görüşmeler açısından ve Başbakan Çipras'la uzun saatler görüşmesi de fevkalâde önemlidir. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ile birlikte yaptığı basın toplantısında ise Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istediğini de söyledi. Ama Türkiye'den düşürülen uçak konusunda hâlâ bir özür açıklaması gelmediğini ve bunu beklediklerini de ifade etmiş, bir yandan teröristlerle mücadelede Türkiye ile işbirliğine hazır olduğunu vurgularken, öte yandan düşürülen uçağın ikinci pilotunun öldürülmesinin ise ”Savaş Suçu” olduğunu söylemiştir.

Yunanistan’ın en büyük gelir kaynağı turizmdir. Ancak geçtiğimiz on yıllarda Yunanistan turizm kaynaklarını yenilemek için fazla çaba göstermedi ve tesisler eskidi. Bugün Yunanistan turizmi bahis olduğunda, başta adalar olmak üzere salaş yerlerde tatil yapanların cenneti şeklindedir. Oysaki son on yıllarda Türkiye’de şatafatlı ve Dünya’daki servis kalitesi olarak çok yüksek beş yıldızlı tesisler yapıldı. Sadece Yunanistan değil İtalya turizmi de tatilcilerin Türkiye’yi tercih etmelerinden yara almıştır.

Rusya’nın Türkiye’ye karşı bugünkü hasmane tavrı malumdur. Ve gayri resmi olarak, “Türkiye’ye gitmeyin, ticaret yapmayın!” denmektedir. Rus Halkı ile bazı televizyon kanallarımızın yaptığı röportajlarda, halkın Türkiye’de tatil yapmak istediği ama bunun için çekindikleri ve tatilden sonra olumsuz bir durumla karşılaşmamak için, daha açık bir ifade ile korktuklarından dolayı Türkiye tatillerini iptal ettikleri anlaşılmaktadır.

Rus Halkı’nın Türkiye dışında tatil arayışlarına girmesinde “Korku Faktörü” de bulunmaktadır.

Putin’in şu an dorukta olan “Türkiye Kini” ise anlaşılıyor ki Yunanistan’a turizm açısından yarayacaktır. 



Bojidar Çipof

12 Haziran 2016