5 Şubat 2013 Salı

DARICA’DA DA HELENİK ÇALIŞMALAR BAŞLADI


Özellikle geçtiğimiz yıllarda azınlık cemaatlerinin lehine fevkalâde iyileştirmeler yapılmasına ve konuya devletçe son derece pozitivist yaklaşılmasına karşın Türkiye azınlıklar açısından kötülenmektedir. Devletin azınlık vakıflarına ve Rum Patrikhanesi’ne karşı attığı her olumlu adım sonrasında ya verileni küçümseyen ya da daha fazla edinimler elde etmeye yönelik olumsuz açıklamalar, başta Rum Patriği Bartholomeos olmak üzere dile getirilmektedir.

Azınlıklar ile ilgili Türkiye’yi yıpratma çalışmaları arasında Lozan Barış Antlaşması ve sonrasında gerçekleştirilen mübadele de yer alıyor… Sanki Lozan’dan sonra Türkiye kendi başına bir mübadele gerçekleştirmiş gibi ifadeler içeren söylemler medya ve sosyal medyada sıkça görülüyor. Bu makalemizde mübadeleyi esas alarak ve ne anlama geldiğini kısaca irdeledikten sonra 15 Şubat’ta yapılacak bu tarz yeni bir yıpratma faaliyetini ele almaktayız. 

Bazı çevrelerce de desteklenen bu yıpratma faaliyetleri, ne yazık ki entelektüel ve akademik çevreler ile medyada da yandaş bulmaktadır. Örneğin, Mart 2009’da TESEV Vakfı tarafından Avukat Kezban Hatemi ve Dilek Kurban imzasıyla sunulan bir rapor yayınlandı ve bir panel ile tanıtıldı ve ayrıca kitapçık olarak çok sayıda basılarak ücretsiz olarak da dağıtıldı.  Raporun ilk cümlesi şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olan “azınlık sorunu”, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı 1923 senesinden bu yana ülkenin temel siyasi meselelerinin başında yer almaktadır. 

Mademki “Azınlık Sorunu” Lozan Antlaşması ile başladı ya da oradaki yazılı metinlerde azınlık kavramı ile çelişen hususlar var. O antlaşmayı imzalayan on kusur devlet hakkında niye bir serzeniş yok? Suçlu salt Türkiye midir?

İngiltere, Fransa, İtalya Japonya Lozan Konferansı’nın toplanması çağrısı yapan ülkelerdir. Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye ise konferansa çağırılan ülkelerdir. Atatürk’ün talimatlarına uygun olarak İsmet İnönü’nün Lozan’da büyük mücadele verdiği her ne kadar hakikat ise Lozan’da Türkiye’nin isteklerinin tam olarak karşılanmadığı da bir hakikattir.


30 Ocak 1923 tarihinde, Lozan’da “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” adlı bir anlaşma imzalandı. İngiltere’yi temsil eden Lord Curzon’un deyimiyle “Halkların Ayrışması” aslında 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nın ardından gerçekleşen görüşmelerde ortaya atılmış bir Avrupa fikridir. 19 maddeden müteşekkil olan bu anlaşmadan başka bir de “Sivil Rehinelerin Geri Verilmesine ve Savaş Tutsaklarının Mübadelesine İlişkin Türk Yunan Anlaşması” imzalanmıştır. Avrupa devletlerinin dayatmasının önemli derecede rol aldığı ahali mübadelesi anlaşmasını yürütmek ve mübadillerin mallarını karşılıklı tasfiye etmek için bir Karma Komisyon teşkil edildi. Türk ve Yunan taraflarınca dörder kişi ve Milletler Cemiyeti’nden üç kişi olmak üzere 11 kişi tayin edildi. 8 Ekim 1923 ile 21 Haziran 1924 tarihleri arasında bu komisyonun çalışma merkezi Atina oldu. Daha sonra da tasfiyenin sonuçlanmasına kadar İstanbul’da çalıştı. İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada Rumlarına karşın Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutuldular. Zira Fener Rum Patrikhanesi’nin İstanbul dışına çıkmaması için Batı Trakya Türklerinin, İstanbul Rumlarına karşı rehin olduğunu söylemek de mümkündür. 

Mübadil olmak elbette güzel bir durum değildir. Zira kişinin doğduğu, yaşadığı coğrafyadan başka bir coğrafyaya göç etmesi söz konusudur ve göç edip etmemeye karar vermeye de mübadilin hakkı yoktur. Her iki taraftan onbinlerce aile sefil olmuşlar, tasfiye kurullarının karşılıklı mal takası olsa da mağdur olmuşlardır. Aradan geçen doksan yıla rağmen mübadelenin öyküleri hâlâ hafızalardadır. Yaşananlar gerçektir ve acıdır ama müsebbibi kesinlikle Türkiye değildir…

Türkiye’de mübadele ile ilgili bazı oluşumlar, dernekler kurulmuştur. Bunların arasından Lozan Mübadilleri Vakfı’nı en önemli oluşum olarak gösterebiliriz. Yunanistan ise bu konuda çok daha aktif bir çizgide oldu.

Örneğin, Atina'daki “Küçük Asya Araştırma Merkezi” (Κέντρον Μικρασιατικών Σπουδών) zaman içinde bu konudaki en önemli arşive sahip oldu. Yunanistan’da halen yüzlerce mübadil derneği v.s. oluşum bulunmaktadır ve bunlar her fırsatta Türkiye aleyhtarlığı yapmaktadır. 

Anadolu’nun metruk yerlerinde dört duvar kalmamış kiliselerin arsalarında Rum Patriği’nin de bizzat katıldığı ayinler yapılmakta ve bu ayinler için Yunanistan’da turlar düzenlenmektedir. Kısa bir süre önce Kütahya’da da aynı şekilde Bursa Metropoliti tayin edilen ve aynı zamanda Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu olan Elpidophoros Lambriniadis’in yönetiminde ayinler yapıldı.

10 Mart 2012’de  “Habertürk Televizyonu”nda, “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” Başkanı Prof. Nikolaos Uzunoğlu’nun ağzından ortaya konan “İstanbullu Rumlar Vatandaşlık İstiyor” talebi ile de şaşkınlığa uğramıştık. Sonradan anlaşıldı ki mübadele ile giden Rumların ikinci ve üçüncü kuşaklarının talebiydi.

Mübadelenin acı ama gerçek olduğunu yukarıda yazdık. Bir başka gerçek de Avrupa devletlerinin dayatmasıyla gerçekleşen mübadele esnasında mal takasının da “Karma Komisyon” tarafından gerçekleştirildiği ve bu komisyonun en önemli çalışma süresinin de aslında komisyon merkezinin Atina’da bulunduğu 8 Ekim 1923 ile 21 Haziran 1924 arasındaki zaman dilimi olduğudur.
Ancak Yunanistan’daki mübadil dernekleri, vakıfları bu gerçeği kabul etmemekte ve Türkiye’yi suçlamaktadırlar.

Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu ve  Rum Cemaat Vakıfları Destekleme Derneği,  15 Şubat Cuma saat 19.00’da İstiklal Caddesi No 60’ta bulunan Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu’na ait Şişmanoğlu Binası’nda Grigoris Oikonomidis’in “Unutulmayan Darıca” adlı bir belgeselinin ilk gösterimi yapılacaktır. 

Senaryosu: Grigoris Oikonomidis, Anlatımı: Andreas Marianos, Kamera: Vaios Syrros ve Grigoris Oikonomidis, Müziği: Kiriakos Kailaitzidis olan belgesel 90 dakikadır.

Belgeselde;  Bizans'ın bir ilçesi olan Darıca’nın antik çağlardan günümüze kadar tarihsel gelişimi ve  yerleşkelerin günlük yaşamlarını gösterilecek, bölgenin jeomorfolojisi ve mimarlık geleneğini kapsamlı bir şekilde sunulacak, din hayatı, eğitim halk ile deniz arasındaki ilişki, meslekler, sosyal ve ekonomik hayat ele alınacaktır. 1922 yılı Eylül ayındaki Küçük Asya Felaketi  (Yunanlılara göre; Anadolu’daki Yunan mağlubiyetine verilen ad.) sırasında şehrin hızlıca terk edilmesi detaylı bir şekilde belgeselde aktarılmaktadır.
Elimizde de bu bulunan belgeselin fragmanında çok sayıda yaşlı Yunanlı konuşturularak yine karalama yapılmaktadır.

Bursa Metropoliti Elpidophoros Lambriniadis’in Bursa, Tirilye, Mudanya ve Kütahya’daki geçtiğimiz iki yıl içindeki faaliyetleri ile ilgili çok makale yazdık. Kütahya bu faaliyet alanlarına son eklenen ilimizdi…

Anlaşılıyor ki bundan sonra Darıca ve İzmit ile ilgili de yazma gereği doğacaktır…

 

1 Şubat 2013 Cuma

RUM PATRİKHANESİ’NİN RUHBAN OKULU DEZENFORMASYONU


Geçtiğimiz günlerde, Vakıflar Meclisi’nin, Ruhban Okulu’nun civarındaki 190 dönüm koruluğu Aya Triada Manastırı Vakfı’na iade etmesi Yunan/Rum camiasında çok büyük sevinç yarattı. Rum Patriği Bartholomeos, Agos’a verdiği röportajda, Ruhban Okulu’nun kapalı olmasının kendilerinin en büyük sorunlarından biri olduğunu söyledi.

Hükümet umut vaat etmekle yetiniyor” diyen Bartholomeos’un, “1844’ten 1971 yılına dek eğitim veren Ruhban Okulu’muz insanlığın gelişimine katkıda bulunan pek çok mezun verdi. Bu okulu Atatürk kapatmadı, İnönü kapatmadı, Menderes kapatmadı fakat 1971’de Nihat Erim’in döneminde bir haksızlığa maruz kaldık ve okulumuz kapatıldı. Bu haksızlık hâlâ devam ediyor. Hükümet yetkilileri bize haklı olduğumuzu söylemekle ve umut vaat etmekle yetiniyor.” dedi.

Tabi ki Patriğin bu sözleri gerçeği yansıtmamaktadır! Zira bu okuldaki eğitime, 1971’de çıkan YÖK Yasası’na bağlanmak istemedikleri için kendileri ara verdiler ve her fırsatta bunu Türkiye’nin kapattığı şeklinde antipropaganda aracı olarak kullandılar. Yazılarımızda sıkça vurguladığımız gibi Patrikhaneye ne kadar hak verilirse verilsin daha fazlasını istemektedirler ve her verilen hak sonrasında, buna bir teşekkür edecekleri yerde mutlaka bir serzeniş ya da kötüleme söyleminde bulunmaktadırlar.

Metropolit Elpidophoros Lambriniadis de kısa bir süre önce aynı gazeteye “Ruhban Okulu’nun açılması talebimizde geri adım atmayacağız.” demişti. Özellikle Elpidophoros Lambriniadis kaynaklı olarak son haftalarda çok yoğun bir şekilde Ruhban Okulu’nun açılmasına yönelik ve yasal prosedürü saptırarak yapılmış beyanatlar bulunmaktadır. Bu konuda yapılan eleştirilere ise “Bir takım medya ajanları” nitelemesi de yapılarak “Ortodoks Cemaati’nden Lambriniadis’in açıklamalarının çarpıtılmasına tepki” başlığı ile Hıristiyan forumlarda çok sayıda yazı çıkmıştır. Yazının ilk paragrafı şöyledir:

Sevgili kardeşler, son zamanlarda Sayın Bursa Metropoliti Elpidophoros Lambriniadis hazretlerini bazı medya ajanları hedef almıştır. Ve metropolit hazretlerinin söylediklerini saptırarak ona karşı kin dolu pis bir kampanya başlatmışlardır. Buna yönelik metropolitimiz Anadolu Ajansı’na bir röportaj vererek ve ona karşı olan saptırmaları sona erdirmiştir. Bilgilerinize…

Aralık ayının sonunda, T.B.M.M.’ne gönderilen bir tasarı ile üniversitelerde yeni bir açılım sağlanmak istenmektedir. Yüksek Öğretim Kurumları ve Teşkilat Kanunu’nda değişiklik öngören bu tasarı ile Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi kurulması ve üniversitede İslam Araştırmaları Enstitüsü’nün yanı sıra bir de “Dini İlimler Fakültesi” açılması öngörülmektedir. Bu fakültede farklı dinlerle ilgili kürsüler kurulması ve Türk vatandaşı Hıristiyanların bu okuldan faydalanması öngörülmekte ve bu üniversiteye 60 profesör, 75 doçent, 100 de yardımcı doçent olmak üzere 520 kişilik kadro ihdas edilmesi düşünülmektedir.

Bu ilk anda kulağa hoş gelen ve anlık bir tepki verilmeden önce iyice irdelenmesi, bu okulun neler getireceğini, nasıl katkı ve faydalar yapabileceğini ve varsa tabi ki de öneri getirilmesi icap eden bir pozitif gelişmedir. Nitekim Türkiye Ermenileri Patrikhanesi Ruhani Kurul Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan, sunulan tasarının umut verici olmakla birlikte akıllarda bazı soru işaretleri uyandırdığını da ifade ederek şunları söylemiştir:

Her ne kadar umut veren bir uygulama olsa da, bazı tasarılar gibi havada kalma riski var. Başta umut verici gözüküyor ancak zamanla pürüzler ortaya çıkıyor ve ‘Bunu da yaptık’ diyerek bir maske süsü veriyorlar. Örneğin dersleri kim verecek? Bu bir soru işareti. Türkiye’de Hıristiyanlık konusunda bilgi sahibi insan vardır ancak bunu öğretecek, konu hakkında öğrencileri bilgilendirecek insan sayısının çok olduğunu sanmıyorum. Dediğim gibi, umut verici ama sonuçlarını zamanla göreceğiz.

Türkiye Ermenileri Patrikhanesi Ruhani Kurul Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan’ın bu yaklaşımına pozitif bir gözlükle bakarak, en azından ileriye yönelik istişareye açık ve ihtiyaçlar doğrultusunda karşı öneriler de yapmaya hazır bir söylem olarak bakıyoruz. Tabi ki bu güne değin böyle bir ihtiyacın karşılanmasına yönelik bir yüksek eğitim kurumu bulunmamaktadır ve Sayın Anuşyan’ın konuya ihtiyatla yaklaşmasını son derece doğal olarak görmekteyiz.

Rum Patrikhanesi’nin, uzun zamandır süregelen, Ruhban Okulu’nun açılması için Türkiye’ye yaptıkları/yaptırdıkları baskıyı ise yukarıdaki gibi sadece dini eğitim ihtiyacına matuf bir istek olarak telakki etmemiz mümkün değildir. Zira Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis’in ağzıyla hemen bu olumlu yaklaşıma tepki verilmiştir.

Aslında birkaç yıldan bu yana Hıristiyan eğitimini de içinde barındıran bir yüksek okul açılmasının önünü kesen Rum Patrikhanesi ve Patrikhane’nin Ruhban Okulu’nun açılması için yaptığı dayatmasıdır.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması dini eğitim ihtiyacının karşılanması için değildir. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi bu okulu YÖK Yasası dışında özel bir statü elde edebilmek için kendileri kapatmıştır. Bu okulda öğrenci olabilecek gençler Türkiye’deki Rum Cemaati içinde yoktur. Olsa da bir elin parmaklarını geçmeyecektir. Cemaatin sayısı -her ne kadar kendilerince dört bin olarak telaffuz edilse de- Rum etnik kökeninde olanları esas alırsak binbeşyüzün altındadır.

Peki, bu okulda okuyacak öğrenci nerede? Bunun cevabı hazırdır! “Getirtiriz!”

Peki, bu okulda eğitim verecek kadro nerede? Bunun da cevabı hazırdır! “Onu da getirtiriz!

Hükümetin, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması talebine karşılık olarak bu yeni üniversiteyi adres göstermesi karşısında, Ermeni Cemaati gibi ihtiyatla da olsa en azından olumlu bir adımla yaklaşılmamasının nedeni; Rum Patrikhanesi cenahının bu şekilde açılacak bir okulun dini eğitimi sağlayacağı ama ideaya hizmet etmeyeceğinin endişesidir.

İyi niyet çerçevesinde olmayan bu yaklaşım için Agos Gazetesi’nde, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis kaynaklı olarak şu değerlendirme yapılmıştır:

…Ancak, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis, bu durumun kendileri açısından çok önem taşımadığını belirterek, Ruhban Okulu’nun açılması talebinde geri adım atmayacaklarını söyledi. Lambriniadis, Agos’a yaptığı açıklamada, “Üniversitede İslamiyet dışındaki dinlerin de okutulması elbette önemli. Fakat bizim mevcut durumda kapalı olan bir okulumuz var. Biz de, bu mevcut okulumuzun aynı şekilde açılmasını istiyoruz. Hiçbir okulun açılması, kimseyi kötü etkilemez. Yeni bir okul açılması kötü bir şey olmasa bile, bu durum, Ruhban Okulu’nun neden hâlâ kapalı olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Başka okullar da açılsın, ancak biz Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden eğitime açılması konusundaki mücadelemizde geri adım atmayacağız.

Rum Patrikhanesi’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun ideayı desteklemek için ve hiçbir şekilde yüksek eğitim ile ilgili yasa ve mevzuatlara uymamak koşuluyla açılmasına yönelik bu ısrarı ve Türkiye’ye yaptığı/yaptırdığı baskılar; isteğin dini değil de siyasi bir emel olduğunu aşikâr ortaya koyuyor.

Bu inadın bir başka açısı da var… 1500 kişilik Rum Cemaati’nin –ki sadece İstanbul’da yüz kadar rütbeli, rütbesiz papaz var- karşısında 70 bin dolayındaki Ermeni Cemaati’nin dini eğitim ihtiyaçlarını sağlayabilecek bir projeye olumlu bakmasının, istişareye açık olmasının önünü kesmektedir.

Özetle; Patrikhane’nin entelektüel ve akademik çevreler ile medyada çok iyi bir şekilde sürdürdüğü dezenformasyon neticesinde Ermeni ve diğer gayrimüslim vatandaşların konuya kuşku ile yaklaşmaları sağlanmakta ve bu cemaatlere hizmet edilmesinin önü de bu suretle kesilmektedir.

http://www.21yyte.org/tr/