29 Temmuz 2011 Cuma

BOJİDAR ÇİPOF 29 TEMMUZ 2011 TEK RUMELİ TV'DE



Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof; 29 Temmuz 2011'de, Tek Rumeli Tv'de Murat Er'in sunduğu Ana Habere konuk oldu. 1 Ağustos 2011'de Heybeliada Ruhban Okulu'nda; Rum Patriği Bartholomeos ile birlikte Kudüs, Antakya (Şam'da bulunur) ve İskenderiye patrikleri ile Kıbrıs Başpiskoposu'nun yapacakları gizemli toplantıyı irdeledi. 15 Ağustos'ta Sümela Manastırı'nda yapılacak ayin hakkında değerlendirmelerde bulundu.

28 Temmuz 2011 Perşembe

ERMENİSTAN CUMHURBAŞKANI SERJ SARKİSYAN TÜRKİYE’YE ADETA SAVAŞ İLÂN ETTİ

Bazı kesimlerce; Ermenistan hudut kapısının açılması, ticaretin başlaması ve bu bağlamda diğer politik bağların tesis edilmesi için tavsiye ve baskı yapıldığı malumumuzdur. Ve yine bu hususlar dâhilinde sözde Ermeni katliamının Türkiye tarafından kabul edilmesine içte ve dışta sıcak bakanların çokluğu da maalesef azımsanamaz. Bu sözde dost ama özde düşman ülkenin Cumhurbaşkanı “Serj Sarkisyan” bir önceki gün Ermenistan’da düzenlenen “Ermeni Dili ve Edebiyatı” yarışmasında bir öğrencinin sorduğu, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı’yla birlikte bir gün geri alabilecek miyiz” sorusuna şu yanıtı vermiştir:

Bu sizin neslinize bağlıdır. Mesela benim nesil üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi. 90’lı yıllarda vatanımızın parçası Artsah’ı (Karabağ) düşmanın elinden kurtardık. Her neslin bir görevi vardır. Sizin de ileride bizim gibi milli görevinizi yerine getirip getirmeyeceğiniz birlik ve beraberliğinize bağlıdır. Biz Ermeni Ulusu her zaman Anka Kuşu gibi küllerden dirilmeyi başarmışızdır. Ama şunu da söylemem gerek ki günümüz dünyasında ülkelerin itibarı ve onuru yüzölçümüyle değerlendirilmiyor…

Bu söylemin okunuşu aslında şudur: “Karabağ'ı biz aldık Ağrı'yı size bıraktık!”… Bu söylem bir komşu/sınırdaş ülkenin cumhurbaşkanı düzeyinde söylendiğinde ise tek bir manası vardır: “Savaş İlânı

Zira Ağrı ve civarı; Ermenistan için “Batı Ermenistan Toprakları”dır. Ve o soruyu soran öğrenci de “Batı topraklarımız” demiştir ki bunun danışıklı bir soru olması da kuvvetle olasıdır.

Bir Türk yetkili, komşu/sınırdaş bir ülke hakkında böyle bir söylemde bulunsaydı, şu anda başta AB ülkeleri ve ABD ayağa kalkar, tüm Dünya’da böyle bir söylem birinci haber olurdu. Bunu şöyle de örnekleyebiliriz: Mesela geçen asırda Osmanlı toprağı olan ve bizim için üzerinde Atatürk’ün evinin bulunması dolayısı ile fevkalade manevi önem taşıyan Selanik için böyle bir söylem Türkiye tarafından yapılsa Dünya inanınız ki ayağa kalkardı. Ama Ermenistan Cumhurbaşkanı böyle bir ifadede bulununca, hep bilinen sessizlik ve vurdumduymazlık ortalıkta şu an hâkimdir.

Ermenilerin büyük bölümü bizim için ”Köpek” anlamına gelen “Şun” kelimesini dillerine pelesenk etmişlerdir. Kısa bir süre önce bir Ermeni rock grubunun dile getirdiği “Türkler ve köpekler giremez” sözü öyle sıradan bir söz değildir. “Şun” Ermenilerin ağzında gerçekten pelesenktir ve bu Ermeni rock grubunun söyleminin analizi Türkiye’de eksik yapılmıştır.

25 ve 26 Şubat 1992’de yaşanan “Hocalı Katliamı”nın baş mimarlarından biri bu gün Ermenistan’ın Cumhurbaşkanı olan “Serj Sarkisyan”dır. (Tam adı: Serzh Azati Sargsyan - Սերժ Ազատի Սարգսյան)

Hocalı Katliamı’nı “Monte Melkolyan” (Մոնթէ Մելքոնեան) adlı bir Ermeni komutan yönetmişti. Melkonyan; aynı zamanda birçok diplomatımızın öldürülmesinde de rol almış ve “Orli Baskını” ile de ilgisi olan eski bir “ASALA” lideridir.

Bugün Ermeni Cumhurbaşkanı olan “Serj Sarkisyan” ise o tarihte Ermeni kuvvetlerinin komutanıydı ve Monte Melkonyan’ın kardeşi ünlü Ermeni yazar “Markar Melkonyan” da Sarkisyan’ın yanında katliamda yer almıştır.

Mackar Melkonyan; Amerika’da çıkardığı “Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother’s Road) adlı kitabında kardeşinin yaptığı katliamı şöyle yazmıştır:

Bir gece önce 23.00 saatlerinde, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı’nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğuya doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar Azeriler Dağlık Karabağ’ın yüksekliklerine ulaşmış ve alta olan Azeri kenti Ağdam’a doğru inmeye başlamışlar…

…Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi… 


 …Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek “Disiplin yok” diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu: bu gün Sumgayıt Olayları’nın dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.

Bu tüyler ürperten tarifin, bu insanlık suçunun, üzerinden yirmi yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ büyük bir insan kitlesi üzerindeki travma etkisini devam ettiren bu katliamın onaylayıcısı, yöneticilerinden biri olan Sarkisyan, bu gün Ermenistan’ın Cumhurbaşkanıdır.

Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan aslında “Hocalı Katliamı” esnasındaki komutanlık görevinin “ödülü” olarak bu gün cumhurbaşkanı koltuğundadır.

Öyle ticaret ile yaratılacak karşılıklı ekonomik şartlar ve hudut kapılarının açılması ile sağlanacak “diplomatik açılım” vasıtasıyla ya da birkaç futbol maçı oynandı diye bu düşmanlık ortadan kalkmaz. Bunlara verilecek hiçbir taviz de bizlere “Şun” demelerine engel olmaz, sözde soykırım iddialarından ise hiç vazgeçilmez. Bu hususlarda kendimizi aldatmayalım ve hadiseye hümanist açıdan yaklaşmayalım.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu konuda gereken cevabı vermiştir ama bununla yetinilmemeli ve bu köpekçe söylemi içinde barındıran “savaş ilânı” Sarkisyan’a misliyle yutturulmalı ama bu köpekçe söylem unutulmamalıdır. Görünüyor ki Ermenistan tarafında daha çok “uluma” duyulacaktır.


18 Temmuz 2011 Pazartesi

HİLLARY CLİNTON’UN TÜRKİYE’YE YAPTIĞI “HEYBELİADA RUHBAN OKULU” BASKISI

Araştırmalarımızı bir zamandır sizlerle paylaşamadık. Bilindiği gibi, ülkemiz bir seçim atmosferinden geçti ve seçim sonrası da tarihimizde ”Yemin Krizi” olarak yerini alan bir süreci yaşadık/yaşıyoruz. Medyayı fazlasıyla meşgul eden bu süreç ne yazık ki bizi yüreğimizden sarsan şehit haberleriyle devam etti. Bu acıları bir daha yaşamamayı, anaların, eşlerin, evlatların yüreğine bir daha kor düşmemesini diliyoruz. 

Araştırma alanımızda olan Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan’ın (krize rağmen) faaliyetleri bu süreçte durmadı ve bilakis devam etti. TBMM’nin kısa bir süre sonra gireceği tatilden sonra bilindiği gibi en önemli gündem “Yeni Anayasa” olacaktır ve hazırlanacak olan anayasada kendi lehlerine maddeler yer alması için şimdiden yoğun bir kulis yapılmaktadır.

Fener Rum Patrikhanesi lehine ülkemizde, akademisyenler ve medya mensupları arasında fazlasıyla taraftar bulunmaktadır ki buna geçmiş yazılarımızda çokça yer verdik. Yapılacak yeni bir anayasada tüm kesimlere özgürlük ve refah sunulması elbette ki Hıristiyan bir Türk vatandaşı olarak bizim de dileğimizdir. Ancak Fener Rum Patrikhanesi’ne “ekstra” imtiyazlar verilmesi ve “Ekümenik” statüsünün kabul edilmesi ile başka Hıristiyan Türk vatandaşları üzerinde hükümran olunması olasıdır ve bu da mevcut Anayasa’nın “24. Madde”si olan “Din ve Vicdan Hürriyeti”ne aykırılık teşkil edecektir. 

Heybeliada Ruhban Okulu’nun “Patrikhane talepleri” kabul edilerek açılması mevcut Anayasa’nın 4 maddesine aykırılık teşkil etmektedir. 

Anayasa’daki YÖK’ü tanımlayan “130.” ve 131.” Maddeler ile askeri akademiler ve polis meslek yüksek okullarına şu ifade ile “Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumları özel kanunlarının hükümlerine tabidir.” diyerek YÖK açısından ayrıcalık tanıyan “132.” Maddesine göre; Heybeliada Ruhban Okulu “Patrikhane Talepleri”ne uygun olarak açılamaz. 

Anayasa’nın  “174.” Maddesi olan “İnkilap Kanunlarının Korunması” Maddesinin 8. Bendi olan “3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun”a göre ise eğitim esnasında “raso” denen siyah dini giysiler giyilemez. Hoş bu kanun maalesef İstanbul Adalar ve Trabzon’da her fırsatta ihlal edilmektedir. 

Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Yeni düzenlemeler mutlaka genele matuf olarak yapılırken, “Ekümenizm”in kabulü ve “Heybeliada Ruhban Okulu”nun açılması için arada bazı gedikler bırakılmamasına özen gösterilmelidir. Birkaç sene evvel Patrikhane’nin avukatı Kezban Hatemi’nin eşi Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’nin Patrikhane için bir “Kanun Taslağı”nı  “kendiliğinden” hazırladığını ve siyasi çevrelere dağıttığını anımsamalıyız. Bu kanun taslağı; o esnada “yandaş” bulamayıp kanun teklifi olarak Meclis’e sunulamamıştı. Bu tür çabaları Anayasa çalışmaları süresince farklı kesimlerden görmemiz yine olasıdır.

Patrikhane’nin ve Rum Cemaati’nin sorunlarının halledilmesi amacıyla yapılacak düzenlemelere bir itirazımız yoktur. Ancak elde edebilecekleri yeni haklar ile Patrikhane’nin Rum Cemaati dışında kalan diğer Hıristiyan cemaatler ya da topluluklar üzerinde  “egemen” olma hakkı oluşmamalıdır.

Heybeliada Ruhban Okulu”nun açılmasına da bir itirazımız yoktur ama bu açılma ülkemizdeki milyonlarca yüksek eğitim almak isteyen genç ile “eşit” bir yapıda ve şu andaki Patrikhane taleplerine göre değil tamamen yasalara bağlı olmalıdır. Zira şu andaki talepler hem Anayasa, hem YÖK Yasası’na ve “laiklik” kavramına aykırıdır.

Bu önümüzdeki “Ağustos” ayından itibaren Patrikhane’de birçok aktivite planlanmıştır. Geçen 15 Ağustos’ta “Sümela Manastırı”nda yapılan ayinle kıyaslanmayacak kadar daha büyük bir organizasyon önümüzdeki 15 Ağustos’ta yapılacak, Sümela, hatta Trabzon içi adeta “kurtarılmış bölge” görüntüsünde olacaktır.Yine Ağustos içinde bir başka aktivite; Bozcaada, Zeytinli Köyü’ndeki Aya Todori Kilisesi’nde planlanmıştır. Bu sene; Bartholomeos’un ruhani yaşamının 50. Yılıdır. Bir yandan Bozcaada’da, bir yandan Heybeliada Ruhban Okulu’nda yapılacak etkinliklerle, esas amaç olarak okulun gündemde kalması hedeflenmiştir. Bilinenin aksine bu okulu 1971 yılında Türkiye kapatmamıştır. YÖK’e bağlanmayı reddettikleri için kendileri kapatmış ama “Türkiye Ruhban Okulu’nu kapattı” şeklinde yanlış bilgiler ortaya atılmıştır.

Avrupa Birliği’nin şu an birkaç ülkeyi kapsayan olumsuz ekonomik durum itibariyle fevkalade zor durumdadır. Bir yandan bu durum söz konusu iken, öte yandan “Dönem Başkanlığı” açısından da bizi de ilgilendiren bir problem vardır. Kıbrıs Rum Kesimi’ne verilmek istenen dönem başkanlığına bilindiği gibi Türkiye’nin itirazı büyüktür. Bu itiraz Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ağzından; dönem süresince Başbakan ile Dışişleri Bakanlığı mertebesinde, “ilişkilerin dondurulması”  şeklindedir. Biz her ne kadar “Rum Kesimi” desek de maalesef AB ve ABD; Rum Kesimi’ni ya da Güney Kıbrıs’ı tek “Kıbrıs” olarak kabul etmektedirler. Bu makalemizdeki konumuz tabi ki bu hususu irdelemek değildir. Ancak ilişkilerin dondurulduğu bir ortamda AB kanadından her zaman yapılan “Ekümeniklik” ve “Ruhban Okulu” baskıları bu dönem o kadar etkili olmayacaktır. Bu durumda bu sene Patrikhane lehine tek aktör olarak ABD’yi göreceğiz.

Nitekim bunun emaresini de geçtiğimiz 16 Temmuz’da gördük ABD Dışişleri Bakanı “Hillary Clinton”, çeşitli temaslarda bulunmak için geldiği İstanbul’da, Rum Patriği ile de Patrikhane’de 2 saat görüştü. Bir ABD Dışişleri Bakanı için bu gerçekten bu çok uzun bir süredir. Hillary Clinton bu ziyaret kapsamında görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte yaptığı basın toplantısında ise Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını umduğunu vurgulamıştır. ABD’nin yakın süreçte baskıyı arttıracağı kesindir. 

Türkiye ve ABD Dışişleri bakanlarının ortak basın toplantısında bu konunun yer alması ise manidardır.

Hillary Clinton’un geçtiğimiz sene içinde Ayasofya’da korsan ayin yapmaya kalkışan Yunan asıllı Amerikalı milyarder “Chris Spirou” ile ne kadar samimi olduklarını bir makalemizde fotoğrafları ile ortaya koymuştuk. Şimdi önümüzde Ağustos için, evvelâ Trabzon Sümela, sonra Bozcaada’ya dikkat etmeliyiz.

Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Patrikhane konusuna da maksimum dikkat etmeliyiz.

Rum Patrikhanesi’nin Ortodoks Halifeliği ile eşanlamlı olan “Ekümenizm”  statüsünü kazanmaması ve “Heybeliada Ruhban Okulu”nu kendi talepleri doğrultusunda açmaması için yeni Anasaya’da bir gedik olmamalıdır.