sümela etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sümela etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2023 Salı

CUMHURİYET ÖNCESİNDE DEVLET ve TÜRKLÜK ALEYHİNE RUMCA YAYINLAR

 

Bu yazımızda; Cumhuriyet Dönemi öncesi İstanbul’da Devlet ve Türklük aleyhine çıkan Rumca yayınları elimizdeki kaynaklar nispetinde vermekteyiz. Yazımızda, Osmanlıcadan tercümeleri verilmiş olan; Yeni Gün, Akşam, Tasvir-î Efkâr, Duygu gazeteleri 1918-1919 yılları itibariyle çıkmakta olan ve yine ağırlıklı olarak İstanbul’da basılan, düşmanca ifadelerin yer aldığı başta Rumca gazetelerle mücadele etmekteydiler. Tabi bu yayınlar sadece bu gazetelerle sınırlı olmayıp birçok dergi de çıkıyordu.

 Kara Kitap

Rum Patrikhanesi'nin, bugüne kadar istifade ettiği, dergi kitap, broşür gibi çeşitli yayınları oldu. Bu yayınlarda, Ortodoks propagandası yapmak dışında, Türklük aleyhine de sayısız yazılar yazılmıştır. Bugüne değin Türklük aleyhine en ağır ifadeleri barındıran yayın ise “Kara Kitap” adlı bir kitaptır. Özellikle İstanbul'un işgal edildiği 1919 yıllarında, Patrikhane'nin çıkartmış olduğu Kara Kitap; içinde Türklük için en ağır eleştirilerin bulunduğu bir kitaptır. Bulunması çok güç olan bu kitap hakkında; Dimitri Kitsikis'in Yunan Propagandası adlı kitabında uzunca bir izahat bulunmaktadır. Bu kitap, o tarihteki Patrik Vekili Doroteos'un çabaları ile Rum Patrikhanesi tarafından yayımlanmıştır. Daha sonraları da, İngiltere'de, İngilizce olarak bastırılmıştır. Vatansız kalmış Yunanlılar” adlı kitabın yazarı olan A.A. Pallis; 19 Kasım 1919'da, İngiltere'de bulunan Kaklamanos'a yolladığı mektupta şunları yazmıştır: 

"Aziz dostum,

Patrikhane epey zaman önce bir siyah kitap yayımladı. Bunda 1914'ten günümüze kadar Türkiye'de Rumlara karşı işlenen cinayetler bütün ayrıntılarıyla köy, köy anlatıyor. Kitabın Rumca ve Fransızca baskıları yapılmıştır. Buralı bir Levanten tarafından İngilizceye de çevrildi. Ne yazık ki çeviri pek kötüdür. Patrikhane'deki “Vatansız Kalmış Yunanlılar Komitesi" -ki bende bu komitede krallık temsilcisi olarak bulunuyorum- çevirme işini bana verdi (ama vaktim olmadığı için) komite bu defa doğrudan doğruya size başvurmak ve bu işi orada bir İngiliz’e yaptırarak, kitaptan 1000 nüsha bastırmak konulu ricamızı size iletmekle beni görevlendirdi. Komite masraflara karşı 150 Sterlin ödemeye hazırdır.” [1]

Bu mektup Anavatandan ayrı kalmış Yunanlılar Merkez Komitesi Genel Müdürlüğü-Galata, Konstantinople başlıklı kâğıda yazılarak gönderilmiştir. Kitap; Londra'da, Black Book: Persecution Of The Greeks in Turkey  adıyla basılmış ve Londra Yunan Büyükelçiliği tarafından, batı ülkelerine dağıtılmıştır. 1000 adet olarak basılan Kara Kitap toplam 163 Sterlin'e mal olmuş ve aradaki 13 Sterlin fark Londra Yunan Büyükelçiliği tarafından karşılanmıştır.

Eklisiyastiki Alitya (Kilise Gerçeği) Gazetesi

Rum Patrikhanesi'nin seyir defterine bakıldığında Kara Kitap kadar, Türklük için ağır eleştirilerin bulunduğu birçok yayın daha yapılmıştır. Bunlardan biri de Eklisiyastiki Alitya adlı gazetedir. Uzun yıllar Rum Patrikhanesi'nin yayın organı durumunda olan bu gazetede, işgalden sonra Türkçe gazetelerde çıkan Yunan karşıtı yazılar için de bir makale çıktı. Bu makale devrin gazetelerinden Akşam'da kaynak gösterilerek yayınlandı.

Rum patrikhane sinin resmi mürevvici efkârı olan Eklisiyastiki Alitya gazetesi Türk gazetelerinin neşriyatından bahsile diyor ki:

(...) bu gazeteler aldanmasınlar. Bir milletin müsavat valileriyle iğfal edildiği zamanlar geçmiştir. Patrikhane imtiyazatının iade-i merliyeti hakkındaki vaitler artık kimseyi müteessir etmiyor. Bu nazeriyat devresi kapanmıştır. Onlar anlamalıdır ki büyük hastalıklara, müessir ilaçlar lazımdır. Bu devlet yıkılıyor. Bu köhne ve hayide vaitlerle devlet toplanamıyacaktır. Ceograti istatistikler serdi ki Türk unsurunun ekseriyeti haiz olduğuna ve binaenaleyh Rum milletinin de böyle batıl tarzı tesviyelerle idarei maslahat edilmesi lazım geldiğine kimseyi ikna edemez. Haritaları tertip edenler unutmamalıdır ki, Rum unsuru birçok yerlerde ekalliyette ise baba mirası üzerindeki tarihi ve içtimai hukukunu gaybedemez. Zira Rum unsurunun ekseriyeti haiz olmaması asırlarca müddet kan ve ateşle ve cebri ihtidalarla nüfusumuzu azaltmış olan birahmane tazyik ve takıb neticesidir. Fakat içimizden hiç biri tebdili tabüyyet etmek fikrinde değildir. Biz baba toprağına olarak saf vatanperver Ahmed Rıza beyin pek doğru olarak söylediği veçhile kendi evimizin sahibi olarak kalıyoruz ve kalacağız. Bunlar Vilson’un programı üzerinde yanlış tefsirat ve tahrifatta bulunmak suretiyle bir defa dahi Elenizmi bu kadar feci sergüzeştlerden, fedakârlıklardan ve kan imtisaslarından sonra böyle müphem ve boş cümlelerle anlatabileceklerini zannediyorlar ise aldanıyorlar…” [2]

Eglisiyastiki Alitya'nın kışkırtıcı ve olayları saptırıcı faaliyetleri, saymakla bitmez. 23 Temmuz 1909'da Mülazım Tevfik Bey'i ve bazı Ulahları (Osmanlıların, Romanya'nın yerli halkına verdikleri ad.) katleden ve Ulah muhtarı Sotir Tasyanka'nın evine ateş eden Rum eşkiyası hakkında yanlı ve hakikati saptırıcı yayınlan yapması üzerine Tasvir-i Efkâr Gazetesi şunları yazdı: 

Galiba “Eklisiyastiki Alitya” herkes katledilsin ve katillerle onların muavin ve zuhurları hiçbir güne takibata hedef olmasın fikrinde bulunuyor ki; buna teesüften başka ne denilebilir ?” 

Aynı gazetede Kilisoralı Gavril Lukaç'ın ağzından Eklisiyasti Alitya şu yazılar da vardı:

Amal Yunaniye'ye ve Bir Cinayet-î siyasiyeye dair

Rum Patrikhanesinin vasıta-î nesr-î efkârı olan “Eklisiyastiki Alitya” Gazetesinin son nüshasında münderiç ve bir takım şikâyeti havi mazbatayı okuduğum zaman muhteviyatın Kilisora talik eden kısmın garabetine hem hayret ve hem teesüf etmekle beraber efkârı umumiye-î Osmaniyeyi tenvir etmek için keyfiyeti tamamiyle izah etmeye karar verdim. An-aslı Kilisoralı olduğum ve hala mefs-î Kilisora'da mutemekkin bulunduğum cihetle silsile-î vukuatı bütün hakikatiyle erbab-ı cihetle insafın piş-i inzarına vazi etmek isterim. Maksadım Patrikhanenin efkârına tercüman olan mezkûr gazete beyanatının kariyemizin ahvali hakkında hem natamam, hem de muhalif-i hakikat oldugunu meydan-ı aleniyete çıkarmaktır.

Evvelâ bütün ahali ve memurin hükümet indinde malum bir hakikat var ise o da (...) Kilisora genç Rumlarından mürekkep bir çetenin vücududur (...) Bu çetenin icraat-ı şekavet karanesini tarih ve isim tasrikiyle birer birer tadad etmek Rum Patrikhanesinin her türlü halef-î hakikat ifaddtından münezzeh olmasını arzu ettiğimiz lisan-ı ruhaniyesinin hilaf-ı hak u hakikat neşriyatına karsı en müskit bir cevap teşkil eder.

On iki temmuz tarihiyle Kesiriyeden Patrikhaneye gönderilmiş olan mahud mektubun o nakıs ihbaratını ikmal ve itmam etmek istiyorum. Hükümet-î malıalliye aleyhindeki şikâyet Rumlaştırılma istenildikleri halde mevcudeyitlerini muhafazada ısrar eden üç olacak cemiyet-î hafiye-î Yunaniye'nin tensibiyle itlaf edilmesi üzerine hükümetçe ittihaz edilen tedabir-î ciddiye-î adliyeye Rumlar tarafından takibat namı verilmesinden münbaristir...” [3]

Özellikle, işgalden sonra, Rum basınının saldırıları had safhaya çıktı. İstanbul'da çıkan Rumca gazetelerde her gün, Türklük aleyhine çirkin yazılar çıkıyordu. Bu Rum gazeteleri, İstanbullu Rumları patrikhanenin organize ettiği yürüyüşlere davet ettiler. Rum basınının bu saldırılan en üst düzeye getirmesi üzerine: İstanbul'daki Edebiyat Fakültesi'nde okuyan bir gurup üniversiteli tarafından hazırlanan bir bildiri, durumu protesto etmek için bütün gazetelere gönderildi. 

Bu konuda, Yeni Gün Gazetesi’inde; Osmanlı Darül-fünunun Rum Matbuatına Hitabı” başlığıyla bir haber çıktı. Haberde; “Darül-fünün talebesi dün akdettikleri içtimada memleketin geçirmekte olduğu buhran karşısında duydukları teessüratı ve Rum milletinin Türklüğe ait neşriyat-ı parazkeresinden mütevellid teessüratı ber vecih-î ati kaleme almıştır.” Denilerek, fakültelilerin aşağıdaki bildirisi yayımladı. Bildiride, belirli bir nezaket içinde fakat sitem dolu ifadeler yer aldı. 

Edvar-ı zafer ve felaket ol hadisatdır ki her milletin sernevüşt-î tarihîsinde birbirini takip eder. Hezimet karşısında sabır ve tahammül asil milletlerin hasais-î hulkiyesindedir. Osmanlı tarihinin bu elim sahifesi üzerinde aynı toprak ve aynı mukadderat ile birbirine merbut olan anasırın müşterek telehhüfatını ve hiç olmazsa ketm-î sürürunu talep etmek mukaddes bir hakkımızdır. Hasisa-î medeniyetten en uzak akvamda bu tabii hadesei ruhiyenin şahidi olmak kadar basit bir şey mutasavvur olamaz. Bir takım pespayelerin tezahürat-ı eserretkaranesi alîkadr milletimizin sükûn ve vakarı önünde avave-î kilap kabilinden iz bırakmaz, gelir mahvolur. Fakat matbuat oldukça payidar bir hayata malikdir. Bilhassa Rum tabaka-î münevver esinin makes-î tefekküratı olan Rum matbuatını ve bunu mizahi olan karikatürlerle imlayı sahaif eden kısmının daha dürbin, daha hattırşinas, hepsinden ziyade musibet zamanlarında milletlerin ahval-î ruhiyesinde daha vakıf görmek isterdik. Öyle hareket edelim, yazalım ki, o paçavralar atiyen bu toprak üzerinde birbirimizin yüzüne baktığımız zaman nasiye-î tesanüdümüze kirli bir perde çekmesin. Bu hususta hükümet-î hazıremizin nazar-î dikkatini celbetmekle beraber tekrar ederiz ki, milletler hakk-ı hayata ve binaenaleyh bir tarihe maliktir ve tarifi idbar ve ikbal devirlerinin hikâye-î tevalisinden başka bir şey değildir.

Edebiyat Şubesi”  [4]

Türk Düşmanı Rum Gazeteleri: Estiya, Kosmos, Amaliya, Patris, Teoglogos

O dönemde İstanbul ve İzmir'de çıkan Rumca gazetelerin ve dergilerin yanlı ve gerçekleri çarpıtıcı yayınları ile ihanetlerinin örnekleri saymakla bitmez. Örneğin; Yeni Gün Gazetesi İzmir muhabirinin bildirdiğine göre; Estiya adlı gazetenin bir nüshasında şu haber çıkmıştır:  

Rum Matbuatının Hezeyanları Devam Ediyor.

Türklerle Rumlar arasında mevcut olan ırkî ve mezhebi münaferat eski ananedir. Sabık ihtilafat-ı siyasiye Türkler tarafından intikap olan suiistimalat ile bu kadim ananeye inzimam ederek tezaüf eylemiştir... “Türkler badema umur-ı idareyi erbab-ı iktidarın (Rumların demek olacak) eline bırakmalıdırlar” Türkleri istihlaf hakkı, kavanin-î tarihiye ve tabiîyeye göre Yunanlılara aittir. Tabiatın amir bulunduğu ve tarihin de tasdik eylediği bu nevi icabatı tağyir ve tadil edecek bir kuvvet mutasavver değildir. Türkler dedikodudan feragat ederek bize iltica ederlerse daha iyi bir iş yapmış olacaklardır.”  

Kosmos Gazetesi:  “Türklerin silahlanmasından Yunan cemaati meyustur. (…) Pek çok Müselmanlar iki üç revolver taşıyorlar Bu teraliatın maksad-ı kışrı ne olduğunu daha ziyade izaha lüzum görmüyoruz." ve “Şehrimizde ahvali meşkûk mehafilde alaim tehtit görülmektedir. Bu muvakkat günlerde hürriyet ve istiklal ağacını yeniden kanla sulamaya hazırız ”

Amaliya Gazetesi Türkler bizi tehdit ediyor” başlığıyla yazdığı bir makalede şu lisanı kullanmıştır: Türkler Yunanlıları tehdit 'ediyorlar. Hâlbuki Yunan kanı akmadıkça amal-ı milliyenin husulpezir olmayacağını Türk istilasından yevm-î  halasa kadar akan Yunan kanı göstermektedir. Milletü vatan için fedakârlığı katlanmak lazımdır.

Patris Gazetesi: Dünyada büyük milletlerin akıttıkları kanlar esasat-ı hürriyeti temin eder!” [5]

Yunan gazetelerini alıntı olarak veren Yeni Gün Gazetesi, bir başka Türk gazetesi olan Duygu'nun anlamlı manşetini de bu nüshasında verdi.  “Hükümet yok mu?  [6]

Teoglogos Gazetesi'nde ise; Helenizm’in rengi olan, mavi bir resimde Wilson’un Attığı bir gülleden Venizelos şeklinde bir görüntü çıkarak bunu Ayasofya Camii'nin kubbesine oturtmuştur. [7]

Rum Patrikhanesi'nin Yayın Organı: “Ortodoksia”

Patrikhane'nin, bir başka yayın organı da Ortodoksia adlı dergidir, bu dergi 1930’lu yıllarda İstanbul'da çıkmakta idi. Derginin ön kapağının üstünde: “Ortodoksia. Ahlaki ve dini risale. İmtiyaz sahibi: Hristopolis Metropoli'ti Meletios Lukakis ve adres olarak: Mahal idare Fener Rum Patrikhanesi yazılmıştır. Kapağın altında ise Rumca olarak Ekumenikon Patriarhion yazılıdır. Kitabın arkasında da, Fransızca olarak: Patriarcat Ecumenique Stamboul Phanar yazılıdır. 

Eskiden İstanbul'da çıkan Ortodoksia dergisi şu anda Yunanistan'da çıkmaktadır. Ancak dergide; Yayın Kurulu olarak İstanbul’daki Sen Sinod dini meclisinin üyesi olan papazların adları yer almaktadır.  Neden artık burada çıkarmadıklarını anlamak için dergiyi okumak yeterlidir!  Dergide devamlı olarak,  İstanbul için; Konstantinopolis ve Rum Patrikhanesi için de Ekümenik Patriklik (OIKOYMENIKON PATRIARXEION) yazılmaktadır.

NOT: Fotoğrafta; “Ortodoksiya” adlı derginin 1940  yılında İstanbul’da ve 1998 yılında Atina’da çıkan iki sayısının kapağı görülmektedir.

http://www.21yyte.org/tr/


[1]  Prof. Dr. Dimitri Kitsikis: Yunan Propagandası, Çev. Hakkı Devrim, Kaynak Kitaplar Yayınevi, 1964 s.112

[2]  4 Kasım 1918 Akşam - Eglisiyastiki Alitya'dan alıntı. 

[3]  6 Eylül l909 Tasvir-i Efkâr       

[4]  28 Teşrinisani (Kasım) 1918 Yeni Gün

[5]  28 Teşrinisani (Kasım) 1918 Yeni Gün 

[6]  28 Teşrinisani (Kasım) 1918 Yeni Gün

[7]  Prof. Dr. M. Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, s.5

 

18 Ocak 2021 Pazartesi

YUNANİSTAN BAŞPİSKOPOSU İERONİMOS’TAN İSLAM’A HAKARET, RUM PATRİĞİ BARTHOLOMEOS’TAN SÜKÛT

 

 Yunanistan Başpiskoposu İeronimos 14 Ocak Perşembe akşamı yayınlanan bir televizyon programında "İslam bir din değildir. Siyasi bir partidir. İnsanları da savaşın insanlarıdır" şeklinde konuşarak Müslümanlığa hakaret etti!

Başpiskopos İeronimos beyanatında İslâm'ın bir din olmadığını, siyasi bir parti ve siyasi bir arayış olduğunu, insanlarının yani Müslümanların da savaşın ve yayılmacılığın insanları olduğunu ileri sürdü. İslam'ın karakteristik özelliğinin bu olduğunu, Hz. Muhammed'in öğretilerinin ise savaş ve yayılmacılığı teşvik ettiğini vurgulayarak İslam Dini’ne karşı inkârcı ve Müslümanlara karşı da hep düşmanca olduğu bilinen yaklaşımını bir kez daha ortaya koydu.

Başpiskopos İeronimos'un her daim Türk ve İslam karşıtlığı biliniyor ve sık sık böyle haddini aşan beyanları da oluyor.

Başpiskoposun bu kin ve nefreti körükleyici bu sözleri hakkında ülkedeki siyasilerden herhangi bir tepki gelmemesini ise bu söylemleri destekler düşüncede olduklarının göstergesi sayabilir miyiz?

Batı Trakya Türkleri tarafından kurulan DEB Partisi (Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi) yaptığı bir açıklama ile Başpiskopos İeronimos’un sözlerini şöyle kınadı.

"Dün gece yayınlanan bir televizyon programında, Yunanistan Başpiskoposu İeronimos'un sarf ettiği sözleri şaşkınlık içerisinde takip ettik. İslam Dinimizi bir din değil de siyasi bir parti olarak ve Müslümanları ise savaş insanları olarak nitelendirmesi tarafımızdan kabul edilebilir bir durum değildir. Bu doğrudan doğruya bir saldırı ve bariz bir İslamofobi örneğidir. Bu pandemi sürecinde önde gelen din adamlarının özellikle birleştirici ve sağduyulu açıklamalar yapmak yerine ayrıştırıcı ve bölücü söylemlerde bulunması kime ve neye hizmet eder anlamakta zorluk çekmekteyiz. Bu tür sözlerin 2021 yılında hâlâ sarf edilebiliyor olmasından duyduğumuz üzüntüyü dile getirir, Yunanistan Başpiskoposunun sözlerini şiddetle kınadığımızı kamuoyunun bilgisine sunarız"

Başpiskopos İeronimos'un bu açıklamalarının önümüzdeki günlerde Türkiye ile Yunanistan arasında yapılacak görüşmeler öncesine denk gelmesi ilginçtir. Türkiye ile Yunanistan arasında görüşmelerin 25 Ocak tarihinde İstanbul'da yapılacağı duyurulduktan sonra Yunanistan'da fanatik çevreler ve fanatik medya tarafından bu görüşmeleri sabote etmeye yönelik kin ve nefreti körükleyen açıklama ve yayınlar yapılmıştı/yapılıyor.

İskeçe ve Dimoteka Müftü naiplerinden Başpiskopos İeronimos’un bu çirkin açıklamalarına 16 Ocak’ta tepki geldi. Yunan medyasına konuşan İskeçe Müftü Naibi Bilal Kara Halil ile Dimoteka Müftü Naibi Hamza Osman’ın bu ortak açıklamaları medyada şöyle yer buldu:

"Başpiskopos İeronimos’un dinimiz için tarif ettiği imaj, ülkemizin gerçekliğine uymuyor ve dini duygularımızı kırıyorİeronimos’un kötü niyetli ve reddettiğimiz yanlış açıklamaları gerçeği yansıtmıyor. Trakya ve ne yazık ki bölgemizde uyumsuzluk ve dini nefret arayanlar tarafından zaten bu söylemler kullanılıyor. Yunanistan Başpiskoposu Sayın İeronymos'un dün İslam'ın doğası ve dindar Müslümanların karakteri hakkında bir televizyon programında yaptığı açıklamalardan derinden üzüldük. Hazretlerinin dinimiz için tarif ettiği imaj, ülkemizin gerçekliğine uymaz ve dini duygularımızı rahatsız eder… …Ruhani lideri olduğumuz Trakya Müslümanları hukuka tam anlamıyla saygı duyuyor, 2. Dünya Savaşı'nda tüm Yunan vatandaşları gibi biz de vatanımızı savunduk ve hiçbirimiz şimdiye kadar hiçbir şiddet eylemine katılmadı. Ülkemizin tüm hükümetlerinin ve aynı zamanda Trakya'nın En Muhterem Metropolitlerinin her zaman bizim için saygıyla konuşması, Trakya Müslümanlarının bir Avrupa modeli olduğunun altını çizerek, hem çanın hem de çanın duyulduğu bir yerin güzel imajına kararlı bir şekilde katkıda bulunmaları karakteristiktir.

İnancımızla gurur duyuyoruz, katkıda bulunma şeklimizden gurur duyuyoruz, böylece Trakya bir arada yaşama ve işbirliği modeli olsun, vatanımızla gurur duyuyoruz ve dini inancımıza tam saygı duyuyor, gurur duyuyoruz çünkü Trakya Müslümanları veriyor. Başpiskoposun bu yanlış ve yönlendirilmiş ifadeleri Trakya gerçeğini yansıtmamakta ve maalesef bölgemizde uyuşmazlık ve dini nefret arayanlar tarafından kullanılmaktadır. Allah tüm dualarımızı ve sevaplarımızı kutsasın ve kabul etsin

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş da 17 Ocak’ta Anadolu Ajansı’na verdiği beyanatta; "Barış ve huzurun hâkim kılınması için gayret sarf etmesi gereken din adamlarının en önemli vazifesi, bir arada yaşama kültürüne katkı sağlamak olmalıdır" açıklamasında bulundu.

Başpiskopos İeronimos’un bu talihsiz açıklamalarına tepkiler gelmeye devam etti. 18 Ocak’ta Batı Trakya azınlık okulları encümenlerinin bir üst mercii olan “Encümenler Birliği” tarafından "İslam dinine bu şekilde bir saldırıyı kompleks olarak değerlendiriyoruz“ şeklinde bir tepki geldi.

Türk Dışişleri Bakanlığı ise 18 Ocak’ta “Türk Dışişleri Bakanlığı: Haddini bilmez ifadeleri şiddetle kınıyoruz” şeklinde sert bir şekilde kınayan bir açıklama yaptı. Açıklamada; “İslam'ın farklı din ve medeniyetlerin bir arada yaşamasını temin eden bir hoşgörü anlayışını ve merhameti temel alan bir barış dini olduğu” vurgulandı. "Tüm dünyanın içinden geçmekte olduğu küresel salgın koşullarında, herkesin karşılıklı saygı ve hoşgörü ortamının geliştirilmesi yönünde çaba harcaması gerekirken, kutsal dinimize dil uzatılması esef vericidir" denildi.

İnternet ortamında aratıldığında, Ulusal medya organlarımızda bu konuda çıkmış çok sayıda tepkisel haber var.

Türkiye’nin Dışişleri olarak, Diyanet İşleri başkanlığı olarak verdiği tepkilerin arasında gözümüz bir başka yerden de tepkisel açıklama, kınama bekledi.

Bahsettiğimiz, yani kınama yapmasını beklediğimiz yer ve kişi; Türkiye ile Yunanistan arasındaki mütekabiliyet esaslarına dayalı olarak Türkiye’de özgürce faaliyetlerini sürdüren “RUM PATRİKHANESİ” ve Türkiye’de özgürce her istediğini söyleyen/söyleyebilen “RUM PATRİĞİ BARTHOLOMEOS”tur.

 

Bartholomeos’tan “Tık” yok!

Sükût ile eylemlerin ikrar edilebildiği gibi sükût ile eylemlere destek de verilebilir.


Ama Yunanistan Başpiskoposu İeronimos’un İslamiyet’e bu hakareti yaptığı gün Rum Patriği Bartholomeos’un suskunluğuna karşı bir Yunan medya organına verdiği, uzun bir beyanat var!

Bahsi geçen beyanat; ağırlıklı olarak Ukrayna Kilisesi’ne verdiği ve Rus Patrikhanesi tarafından kabul edilmeyen özerklik ve son günlerde Rus Patrikhanesi’nden ve başka bazı dini kurumlardan Bartholomeos’a atfedilen “Sezar Papa olma arzusunda” şeklindeki suçlamalara verdiği yanıtlar. Beyanatın bu kısmı bizimle pek alakalı değil.

Ama sonlara doğru içinde şu ifadeler de var:

Soru: Sizi Doğu'nun Papası ve Ortodoksluğun Papası gibi davranmakla suçlayanlara nasıl tepki veriyorsunuz?

Bartholomeos: “Bir asılsız suçlama daha. Patrikliğimin sorumluluklarını omuzlamak “papizm” mi? Bu sorumlulukları bugüne kadar duydular mı? Dini olarak Konstantinopolis Kilisesi’nin rolünün Konstantinopolis'in (1453) Düşüşü ile sona erdiği söylenir. Bundan daha büyük bir yanlışlık yok! Bugünün tüm otosefalileri (SSCB döneminin ardından özerklik verilen kiliseler kast ediliyor)  güz sonrası dönemde verildi. Ekümenik Patrikhane bir veya diğer kiliseye otosefalik verirken, neden o zaman “Sezar Papalık iddiaları” ile suçlamadılar?

Soru: 2021 yılı, Ekümenik Taht'a seçilmenizin 30. yılını işaret ediyor. Bu süre zarfında Kilise ve Ekümenik Patrikhane defalarca test edildi. Ataerkilliğinizin kilometre taşları olarak neyi düşünüyorsunuz?

BartholomeosBu otuz yıl boyunca pek çok şey oldu: 2016 yılında Girit'te gerçekleşen Ortodoks Kilisesi Kutsal ve Büyük Sinodunun hazırlanması, Küçük Asya (Anadolu’yu kast ediyor) ve Doğu Trakya'daki metropolitliklerimizin yeniden kurulması ve ayrıca farklı yerlerde yenilerinin oluşturulması. (Türkiye içinde üzerinde Rumluğun esamesi olmayan yerlere atadığı sözde metropolitlikleri kast ediyor) Misyonerlik faaliyetleri ve nüfus hareketleri, Kapadokya, Sümela ve babalarımızın tüm kutsal topraklarına düzenli yaptığımız Haç ziyaretlerimiz. (Efes, Sümela Manastırı ve Anadolu’daki metruk kiliselerde yaptığı ayinleri kast ediyor)

Gökçeada’da eğitiminin yeniden canlanması ve Konstantinopolis'in (İstanbul’u kast ediyor) Rum nüfusunun desteğiyle Patrikhanemizin tüm dünyada doğal çevrenin korunması, Hristiyanlar arası ve dinler arası diyalog vb. gibi sayısız girişimleri.

Tanrı'ya yalvararak, 1971'den beri “haksız” yere kapalı kalan Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılmasını bizlerin görmesine, bunu yaşamamıza layık kılacağını umuyorum

Yazımızın biraz üstünde şunları yazmıştık:

“Tık” yok!

Sükût ile Yunanistan Başpiskoposu İeronimos’un yaptığı aşağılık eylemlere destek de verilebilir.

Bartholomeos ise “sükût etmemiş!

Her daim Türkiye’nin önüne başta ABD ve diğer ülkelerin desteği ile sürülen Heybeliada Ruhban Okulu’nun Türkiye tarafından 1971’de “haksız olarak kapatıldığı şikâyetini de röportajın arasına sıkıştırmış.

--------------------------

 

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/teostrateji-arastirmalari-merkezi/yunanistan-baspiskoposu-i-eronimos-tan-hakaret-rum-patrigi-bartholomeos-tan-sukut

 


29 Temmuz 2020 Çarşamba

AYASOFYA’NIN AÇILMASI ve MEGALİ İDEA’NIN SONU


Ayasofya’nın geçtiğimiz 24 Temmuz Cuma günü “Ayasofya-i Kebir Camii” adıyla, 86 yıl sonra yeniden ibadete açılmasının ardından müspet ya da menfi hayli tepkiler oldu. Ayasofya’nın yeniden camii olarak faaliyete geçmesi ile birlikte en önemli husus; Helenizm’in ana doğması olan “Megali İdea Doktrini”nin akamete uğramasıdır.
Megali İdea” Helenlerin “ütopik” bir idealidir. Bir gün İstanbul’un yeniden “Konstantinopolis” adı ile Bizans’ın başşehri olacağına dayanan saçma sapan bir idealden bahsediyoruz!
Ayasofya’nın gündeme gelmesiyle birlikte “İstanbul'un Türk toprağı olmasını sindiremeyenler olduğunu gözlemledik” Ayasofya’nın cami olarak hizmete girmesi ile birlikte bu hazımsızlığın 567 yıldır süregeldiğini de gördük…
1926 doğumlu Yunan ve Bizans tarihçisi, “Heleni Glikaci Ahrweiler” Ayasofya'nın yeniden cami olarak ibadete açılmasından birkaç gün önce yaptığı açıklama ile "Bizans İmparatorluğu'nun ikinci kez çöküşü" nitelemesi yaptı. Heleni Glikaci Ahrweiler 2008’de yapılan Büyük Yunanlı gösterisinde, tüm zamanların en büyük 100 Yunanlısı arasında seçilmiştir. Akademik kariyeri burada yazmakla bitmeyecek kadar üst düzeydedir ve bu bağlamda Heleni Glikaci’nin Ayasofya'nın statüsünün değiştirilme kararıyla ilgili olarak söylediği; “Tarihin tekerrür ettiğini ve Bizans İmparatorluğu'nun ikinci kez çöktüğünü” ifade etmesi önemlidir.
Bu süreçteki en komik beyan ise Papa Francis’ten geldi! Papa; 12 Temmuz Pazar günü St. Peter's Meydanı'nda gerçekleştirdiği pazar ayini konuşmasında Ayasofya'nın ibadete açılmasından derin üzüntü duyduğunu açıkladı. Ayinde Uluslararası Deniz Günü’nü kutlayan Papa Francis, denizcilere selam ettikten sonra şunları söyledi: “Sevdiklerinden ve ülkelerinden uzak olanla tüm deniz çalışanlarına sevgi dolu bir selam veriyorum. Deniz ile düşüncelerimi İstanbul'a taşıyor. Ayasofya'yı düşünüyorum ve çok acı çekiyorum
Sayın Papa, sizler değil miydiniz? 1204’te Kudüs’e gitmek üzere toplanan Haçlı Ordusu’nu zengin Konstantinopolis’e yönlendiren, şehirde taş üstünde taş bırakmayan! İstanbul’da başta kutsal emanetler olmak üzere ne var ne yoksa her şeyi yağmalayan? Kadınlara, çocuklara tecavüz eden? Bizans İmparatorluğu bu süreçte 57 sene boyunca İznik’e sığındı. Sonunda Haçlılar İstanbul’dan alabilecekleri bir ganimet kalmayınca kendileri gitmeye karar verdiler. İznik’e sığınmış Bizans yönetimi dört duvar kalmış harabe şehre böylece geri gelebildi. Haçlıların “Din Kardeşleri” Bizanslılara 57 sene boyunca çektirdikleri zulmü unuttunuz da şimdi mi aklınıza “Ayasofya'yı düşünüyorum ve çok acı çekiyorum” demek geldi?  Oysaki Ayasofya esas acıyı 1204’te Haçlılardan görmüştü Papa Hazretleri!

 Üç Ayasofya ve Megali İdea
Yunanistan bugünkü bildiğimiz coğrafyasında tesadüfen kurulmuş, AB üyesi olmasına karşın “köktendinci” bir ülkedir. Megali İdea’ya göre merkezi İstanbul olan “Büyük Yunanistan”ı kurmak isterlerken bu amaç gerçekleşememiş ve 1814’te Filiki Eterya ile başlayan süreç ile birlikte 1830’da bugünkü coğrafyasında tesadüfen kurulmuş bir ülkedir. Yunanlılar bugünkü coğrafyalarından pek mutlu değiller. Çünkü hayal edilen, bugün ayak bastığımız İstanbul merkezli bir Yunanistan kurulmasıydı…
Megali İdea; özetle üç kıtada düşlenen Büyük Yunanistan’ı kurma hayalidir ve en büyük özlem ise Marmara’nın ve Anadolu’nun Helenleştirilmesidir. “Poli” Yunancada “Şehir” anlamındadır. Ama bugün Yunanistan’da “Poli” kelimesi sadece İstanbul anlamını taşır. Bir kişi “Poli” dediğinde birincil anlam İstanbul’dur. Bu bağlamda bir gün İstanbul’un yeniden “Konstantinopolis” adı ile Bizans’ın başşehri olmasını hayal edenlerin İstanbul'un Türk toprağı olmasını sindirememeleri doğaldır.
Megali İdea Doktrini’nde bir başka ütopik beklenti de “Bir gün Üç Aya Sofya’da tekrar ayin yapılabilirse, Megali İdea gerçekleşecektir” şeklindedir.

Bunlar; İznik, İstanbul ve Trabzon’daki Ayasofyalardır.
İznik Ayasofya: İznik’te bulunan ve günümüzde camii olarak kullanılan bu yapı Romalılar döneminde tapınak olarak kullanılıyordu. Hıristiyanlar açısından İznik’in önemi ise MS.325 yılında 1. Hıristiyanlık Konsili’nin İznik’te ve “Baba, Oğul, Kutsal Ruh” gibi Hıristiyanlığın en önemli kararlarının burada alınmış yapılmış olmasıdır.
Bugün İznik Ayasofya Camii olarak bilinen yapı; Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, 7'nci yüzyılda inşa edilmiştir. Hıristiyanlıkta önemli bir başka konsil olan 7. konsil 787 yılında bu kilisede toplanmıştır. 1331'de Orhan Gazi tarafından camiye dönüştürülmüştür. Megali İdea’nın “Üç Ayasofya’da Ayin” yapılması şeklindeki ütopik beklenti maalesef İznik için gerçekleşmiştir. 26 Aralık 2000’de Rum Patriği Bartholomeos’un 15 Ortodoks ülkenin patrikleri ve dini liderleri ile ilgili ülkelerin İstanbul başkonsoloslarının da iştiraki ile o zaman müze olan İznik Ayasofya’da bir öğle ayini yaptılar. O dönemin İznik Belediye Başkanı tarafından ağırlandılar. İznik Ayasofya 6 Kasım 2011’den itibaren camii olarak faaliyettedir.



İstanbul Ayasofya: 2. Ayasofya inşa tarihi sıralamasıyla bildiğimiz İstanbul’daki M.S. 532-537 yılları arasında inşa edilmiş olan Ayasofya’dır. İnşa tarihine bakıldığında tarihi değerlilik olarak İznik daha üsttedir. Ancak İstanbul’daki Ayasofya yüzyıllarca Bizans İmparatorluğu’nun ana kilisesi olarak hizmet vermiştir. Tüm Dünya’daki Hıristiyanlar için de büyük önemi vardır. Helen kaynaklarında Ayasofya’yı genelde “Minaresiz” fotoğraflarla gösterirler.



Trabzon Ayasofya: 1024 tarihinde Trabzon İmparatorluğunu kuran Kral 1. Manuel Komnenos tarafından 1250 – 1260 yılları arasında inşa edilmiştir. Bu Ayasofya o tarihte bölgede de egemen olan Komnenos Hanedanı’nın, İstanbul’daki Ayasofya’ya rakip olarak yaptırdığı bir kilisedir. Fatih Sultan Mehmed’in 1461’de Trabzon’u feth etmesinden sonra da bir süre kilise olarak kullanılmış, 1584’te eklemeler yapılarak camiye dönüştürülmüştür. 1.Dünya Savaşı’nda Trabzon’u işgal eden Rus ordusu tarafından depo ve bir kısmı da hastane olarak kullanılmıştır. 1960’a kadar camii olarak kullanılan yapı, 3 Haziran 2013’te Kültür Bakanlığı tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğüne teslim edildi. Ardından vakıf kaydından açılan mahkeme kararı ile 28 Haziran 2013’te tekrar camii statüsü aldı ve ardından uzun bir restorasyon süreci başladı. 28 Temmuz 2020’de “Ayasofya-i Sağir Cami-i Şerifi” adıyla yeniden camii olarak faaliyete başladı.



22 Temmuz’da İstanbul Ayasofya’nın camii olarak faaliyete girmesinin hemen ardından 28 Temmuz’da Trabzon Ayasofya’nın da camii olarak faaliyete girmesi ile birlikte Megali İdea’nın “Bir gün Üç Aya Sofya’da tekrar ayin yapılabilirse, Megali İdea gerçekleşecektir” hayali suya düşmüştür. 
Buna bağlı olarak “Megali İdea Doktrini” bitmiştir de diyebiliriz.

ABD Başpiskoposu Elpidophoros Lambriniadis
Geçtiğimiz sene ilk kez bir Türk Vatandaşı “ABD Başpiskoposu” olmuştu. Başpiskopos Elpidophoros Lambriniadis de ilgili en üst mertebeden Ayasofya ile ilgili olarak Türkiye’yi protesto edenler arasında yer almakta! Geçtiğimiz 23 Temmuz’da Ayasofya’nın tekrar müzeye döndürülmesi ile ilgili yürüttüğü çalışmalar kapsamında, Beyaz Saray'da ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile bir araya geldi. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada Mike Pence ile randevusu olan Elpidophoros’un Beyaz Saray’da bulunduğunu öğrenen Trump; program dışı olarak Elpidophoros ve Mike Pence ile birlikte 15 dakika süren üçlü bir görüşme yaptılar.
Bu arada şu hususa da dikkat çekmek gerekiyor. ABD Başpiskoposu Türk Vatandaşı Elpidophoros Lambriniadis bu görevden önce Bursa Metropoliti’ydi. Megali İdea doktrinine göre “Üç Ayasofya’da Ayin” yapılabilen tek yer Elpidophoros’un Bursa metropoliti iken yetki alanında olan İznik’ti.
Elpidophoros’un Beyaz Saray’da basın mensuplarına yaptığı açıklama aşağıdadır: “Başkan Trump ve Başkan Yardımcısı Pence ile Beyaz Saray'da görüştüğüm için kendilerine minnettarım ve Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesindeki ciddi dezavantajımızın yanı sıra Ekümenik Patrikhane ve Rum Cemaati’nin dini özgürlükleri meseleleri için de mevcut güvenlik endişelerini kendilerine bildirdim. Yarını (Cuma) yas günü olarak açıklamamızı göz önünde bulundurarak, o esnada tüm Hıristiyanlara dua edilmesi için ısrar ediyoruz. Ve ayrıca (Ayasofya ile ilgili) mücadelemiz hakkında eylemsel düşüncelerimizi de değerlendirmeleri için en üst düzeyde hükümete taşıdık
Elpidophoros 26 Temmuz’da BBC World Tonight’e verdiği röportajda ise “Ayasofya meselesi üzerinde çalışmayı asla bırakmayacağız” dedi.

Archonların Eylemleri
Patrikhane’nin en büyük destekçisi olan ABD Archonları’nın Başkanı Anthony J. Limberakis 24 Temmuz’da aşağıdaki metni ABD’deki tüm Helen kanallarında yayınlayarak Türkiye aleyhine imza kampanyalı bir eylem başlatmıştır.
Archonlara çağrıdır; Ayasofya'nın yas gününe katılın, camiye dönüşümünü tersine çevirmek için dilekçeyi imzalayın!
Sevgili Archon Kardeşlerim
Bildiğiniz gibi acı verici bir şekilde, 24 Temmuz Cuma günü Ayasofya'nın resmen cami olacağı günde, yas ve keder günü olarak ABD Ortodoks Başpiskoposluğunun Kutsal Sinodunun Üyeleri ve Başpiskopos Elpidophoros'un başkanlığında inançlarımızı gözlemlemeye çağırıyoruz.
Archonlar olarak, Ana Kilisemiz Ekümenik Patrikhaneyi savunma ve Ekümenik Patrikhanesi'nin önemini ve imtiyazlarını tüm dünyaya açıklama sorumluluğumuz var. Buna istinaden, hepinizi Ortodoks Hıristiyanları Ayasofya için ciddi görüşlerimize katılmaya ve diğer tüm Hıristiyanları da bu eyleme davet etmeye çağırıyorum.
24 Temmuz günü ABD’deki tüm kiliselerde çanları çalmak ve ilahiler okumak için kullanalım, buna ön ayak olalım. Lütfen bu eyleme katılın. Lütfen ABD Hukuk ve Adalet Merkezi'ne gidecek (ACLJ= American Center for Law and Justice) dilekçeleri de imzalayınız;
Bu çağrı sadece bizim değildir. Dünyadaki Helen diasporasına ve Helen Amerikan Liderlik Konseyi’ne (HALC) ve AHEPA’nın Türkiye'ye yaptırım çağrısıdır.
Uluslararası organları ve dünya hükümetlerini, Türk Hükümetinin Ayasofya'yı camiye dönüştürme kararını tersine çevirmek için harekete geçmeye çağırıyoruz.
Bu akılsız karar, Türkiye Hükümetinin dini hoşgörü ve dini özgürlüğe olan bağlılığı üzerine gölge düşürüyor. Türk Hükümetinin kararı, Türkiye'nin zengin Hıristiyan tarihini görmezden gelen ve Ekümenik Patrikhanesi ile o topraklarda yaşayan, geri kalan Hıristiyanlarının dini özgürlüğünü daha da tehdit eden bir ezber eylemidir. Türkiye bu eylem ile Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Fransa, Yunanistan ve diğer birçok ülkeye meydan okudu.
İlgili dünya organlarından acilen Türk Hükümetine bu kararı iptal etmeleri için baskı yapmalarını ve Ayasofya'nın bin yılını bir Hıristiyan dua ve ibadet merkezi olarak kabul etmelerini ve buna saygı göstermelerini rica ediyoruz.
Anthony J. Limberakis

Helenler ellerinden ne geldiyse yaptılar, nafile de olsa yapacaklar da…

Ne var ki, 24 Temmuz’da “Ayasofya-i Kebir Camii”nin İstanbul’da ve 28 Temmuz’da “Ayasofya-i Sağir Cami-i Şerifi”nin Trabzon’da açılması ile “Megali İdea” bitmiştir.

--------------------



14 Temmuz 2020 Salı

HELENİZM İÇİN AYASOFYA NEDİR?


Son birkaç haftadır gündemin baş sıralarında bulunan Ayasofya ile ilgili yüzlerce yazı yazıldı ancak bazı hususlar hiç irdelenmedi. Bu makalemizde üzerinde çokça makaleler yazdığımız Ayasofya konusunu Helenizm ayağından ele alarak sunuyoruz.
Ayasofya’nın 1934’de müzeye dönüştürülmesi sıradan bir Bakanlar Kararı ile vuku bulmuştur.  1934’te Ayasofya’nın müzeye değişimini 2020 perspektifi ile irdelemek ise doğru olmaz. Siyaset “Mümkün olanı yapabilme sanatıdır” O tarih itibariyle Büyük Önder’in bunu uygun görmesi Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası siyasi konjonktürden ötürü mutlaka olması gerekendir. Ancak 1934’te yapılan bu tasarrufu günümüzde adeta “Atatürk ilke ve inkılaplarına” karşı bir hareket ya da “Atatürk’ün mirasına saygısızlık olarak addetmek doğru mudur?” 1934’teki bir Bakanlar Kurulu Kararını dogmalaştırmamak ve Atatürk üzerinden bir tartışmaya mahal vermemek gerekir. Çünkü Yunan Basını an itibariyle konuyu buradan ele alarak, Atatürk karşıtlığı yapılmış şeklinde anti propaganda yapmaya başladı. Buna alet olmamak, izin vermemek gerekiyor.
İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktürde Ayasofya ile ilgili alınan karar gerekli olmuştur. Türkiye büyük bir devlettir ve toprakları üzerindeki bir mülkün tasarrufunu başka ülkelerden direktiflere göre değil, kendi iç kararları ile yapacaktır, bazı ülkelerin yüksek sesle tepki verirsek korkuturuz diye düşündükleri anlaşılıyor.
Y.N: Ayasofya konusunu yaklaşık 10 senedir ele almaktayız. Bu konudaki aşağıda linkleri bulunan eski makalelerimizin okunmasını tavsiye ederiz.
Y.N: Bu makalelerimiz arasından Ekim 2016’da yazdığımız “Ayasofya’ya İmam Atanmasına Yunanistan Tepkisi” başlıklı makalemizde bilhassa vurguladığımız Yunanlıların bitmeyen kininin eseri olan,  “Megali İdea” doktrininde; Türkiye coğrafyasında bulunan 3 Ayasofya’da ayin yapılmasının ardından İstanbul’un Konstantinopolis olacağı rüyası ya da hülyası bulunmaktadır. 
Y.N: Bu konuya bağlı olarak Haziran 2010’da yazdığımız “Üç Aya Sofya ve Yunan Megalo İdea'sı” da “Neden Ayasofya Helenler için bu kadar önemli?” sorusuna da ayrıca ışık tutacaktır. Yazımızın alt kısmında bu konuyu biraz açmaktayız.
Helenler Türkiye’deki Varlıkları Kendilerine “HAK” Görüyorlar
Yazımızın içinde Türkiye’nin mülkiyetindeki yerlerle ilgili Helenlerin nasıl kendilerini “Hak” sahibi olarak gördüklerini de irdeleyeceğiz. Bu hususta Helenlerin “Ayasofya” ve “Sümela Manastırı” başta olmak üzere ne kadar pervasız ve “Hadsiz”  olduklarına da görülmektedir.
Tarihsel durum irdelendiğinde; o günün şartlarında camiden müzeye dönüştürülmesinde dış kaynakların yarattığı baskıcı faktörlerin rol oynadığı anlaşılıyor. 1931 yılında ABD’li bir araştırmacı olan Thomas Whittemore Türkiye’ye geldi ve Ayasofya’da bulunan mozaiklerin çıkarılması için izin aldı. Bu şahsın görünenin dışında (örneğin CIA gibi) bir kimliği olup olmadığı ve o tarihte kimleri etki altına alarak 1934’e giden süreci oluşturduğu şu anda ortaya atılan “Atatürk’e ait imza var mı yok mu?” tartışmasından daha önemli olan bir husustur.
Bu noktada dile fazla getirilmeyen çok önemli olan husus daha var! Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasından sonra diğer dini mekânların aksine, bedel ödeyerek Hıristiyanlar açısından çok önemli olan bu mülkü, 1 Haziran 1453’te vakfiye yapmıştır. Ve Ayasofya bilindiği gibi asırlar boyu cami olarak ibadete açık kaldı. Bir başka deyişle Ayasofya sadece “Fetih” ve “Kılıç Hakkı” değil, aynı zamanda bedel de ödenerek vakfiye haline getirilmiş bir yerdir.
Ayasofya Helenizm’in “Megali İdea” doktrinindeki en önemli ayaktır. Megali İdea’ya göre ya da boş Helen inancına göre; “İstanbul bir gün yine Konstantinopolis adı ile Helenizm’in başkenti olacaktır” Yunanistan Anayasası’ndaki 3. Madde de bu bağlamda aynı ideali simgeler. Maddenin özeti şöyledir; “Yunanistan’ın resmi dini Ortodoksluktur, dinin başı Konstantinopolis’tedir”
Helenler” ve “Helenseverler” Ayasofya’yı kendi mülkleri gibi sayarlar. Onlara göre Ayasofya yıkılan Bizans’ın ayakta kalan son abidesidir. Helenler için ise Ayasofya bir “haktır” ve şimdi bu “hak” başka bir statüye dönüştü. Dolayısı ile “Megali İdea”daki “3 Ayasofya’da yeniden ayin yapma” hülyası da bitti.
Bağırıp çağırıp durduramadılar. Şimdi ise hezeyan ve küfürler yapılmakta…
Örneğin daha çok yeni bir haber! Yunanistan Servia ve Kozani Metropoliti Pavlos Papalexiou 12 Temmuz’da Kozani'nin Tetralofos kentinde bir şapelin açılış törenini yaparken Türkiye ve Türkler için çok ağır ifadeler kullandı. “Türkler onlar. Değişmezler. Üç özellikleri vardır. Yağma, kan dökülmesi ve yıkım. Onlar asla insan olmazlar, ama onların da zamanlarının geleceğine inanıyorumPeki, Türkler, Yunanlılarla arkadaş olabilir mi? 400 yıllık kölelikten sonra imparatorluklarının devrilmesinin sebebi olduğumuzu her zaman biliyorlar. Bu asla mümkün değildir" İfadelerden de anlaşıldığı gibi Yunanistan’da had safhada Türk düşmanlığı vardır.
Bu “hak” benzetmesini “Sümela Manastırı” için de örnekleyebiliriz. Sümela’da Rum Patriği birkaç sene ayin yaptı. Ayin için verilen iznin günü ise çok tartışmalı oldu. Çünkü 15 Ağustos’ta “Meryem Ana Günü” olarak lanse edilen tarih aslında Fatih Sultan Mehmet’in “Pontus Rum İmparatorluğu”nu fethettiği 15 Ağustos’a denk getirilmişti! Sümela Manastırı’nda dediğimiz gibi birkaç sene 15 Ağustos’ta ayin yapıldı. Ardından tamir için Sümela ziyarete kapatıldığında o sene 15 Ağustos’ta yapılamayan ayin için başta dönemin Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos olmak üzere Türkiye’ye “kin” kustular.
Yine çok yeni bir haber daha! Yunan kaynaklarında görüldüğü üzere; 10 Temmuz’da eski Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos’un Patrik Bartholomeos ile Ayasofya hakkında temasa geçtiği hakkında bir haber yer aldı. Haberde Prokopis Pavlopoulos’un, Ortodoksluğun ve Hristiyanlığın bu kutsal alanını savunması için Ekümenik Patriğe tam destek verdiği yer alıyor. Pavlopoulos’un “Türkiye -ve şahsen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan- Ayasofya'nın dini ve kültürel kutsallığına acımasız davranmıştır” söylemine de haberde yer verilmiştir.
Mantalite bugün de tamamen aynı! Nasıl ki Sümela Manastırı’nda ayin yapmayı kendilerine “hak” görüyorlarsa Ayasofya’nın cami olarak anılmamasını da kendilerine “hak” görüyorlar.
Rum Patriği’nin Ayasofya Çıkışı
Ayasofya için suskunluğunu ilk başta koruyan Rum Patriği Bartholomeos 23-26 Haziran tarihleri arasında Cenevre'de yapılan Sen Sinod toplantısının ardından Ayasofya ile ilgili ilk kez açıkça konuştu. 24 Haziran’da Washington Post muhabirine “Erdoğan'ın açıklamalarından şok oldum” şeklinde bir beyanda bulundu. Bu söylem birkaç gün içinde, çok sayıda Yunan TV kanallarında; Bartholomeos’un “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, dünyadaki milyonlarca Hıristiyan’ı, İslam düşmanına çevirecektirAyasofya camiye olursa, milyonlarca Hıristiyan İslam düşmanı olacaktır” şeklindeki söylemi yer aldı.
Bartholomeos yukarıda içeriği bulunan beyanatının bir benzerini İstanbul Feriköy’de bulunan “12 Havariler Kilisesi”nde yapılan bir ayinden sonraki konuşmasında da yaptı. “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, dünyadaki milyonlarca Hıristiyan’ı, İslam düşmanına çevirecektir” söylemini yineledi.
Bu söylem “Dünya’daki Hıristiyanların İslam düşmanı olmaları” şeklinde bir algı yaratmakta!
Bakırköylü ABD Başpiskoposu Elpidophoros Lambriniadis
ABD’nin bir sene evvel göreve gelmiş bir Başpiskoposu var. Uzun yıllar Patrikhane’nin çeşitli görevlerinde bulunmuş, Bakırköylü Elpidophoros Lambriniadis
Bu kişi Türk Vatandaşıdır ve ilk kez bir Türk Vatandaşı ABD Başpiskoposu olmuştur. Lambriniadis’in Bartholomeos’tan sonraki patrik olacağına ise kesin bir gözle bakılıyor. Lambriniadis ABD’ye gider gitmez Türkiye aleyhine çalışan Helen sivil toplum örgütlerinin başındaki bir lider gibi davranmaya başladı. (Eski yazdığımız, bu sitede bulunan birçok makalede “Archonlar” ve “AHEPA” gibi bu STK’larla ilgili fazlasıyla bilgi var)
Türk Vatandaşı Elpidophoros Lambriniadis de Ayasofya için rahat duramadı. Twitter üzerinde yaptığı birkaç paylaşımı aşağıdadır.

Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi dini şovenizmin en kötü örneğidir. Türkiye, Ayasofya'yı bir anıt olarak kapatarak, Atatürk'ün dünyaya açtığı pencereyi kapattı
 “Ayasofya hakkındaki şok edici haberler, Türk hükümetinin Ekümenik Patrikhanesi ve Türkiye'deki diğer Hıristiyan azınlıklara yönelik politikasının, yani dini özgürlüğün ihlaline işaret etmesini ummuyor
Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi dini fanatizmin en kötü örneğidir. Türkiye, Ayasofya'yı bir anıt olarak ortadan kaldırarak Atatürk'ün dünyaya açtığı pencereyi kapatıyor
Ayasofya hakkındaki korkunç haberlerin, Türk hükümetinin Ekümenik Patrikhanesi'ne ve Türkiye'nin diğer Hıristiyan azınlıklarına yönelik tutumunun kötüleşmediğini ve dini özgürlüklere saygıdan olumsuz bir dönüşün sinyalini vermemesini umuyoruz
Elpidophoros Lambriniadis yukarıdaki Twitlerden daha onlarca attı. Biz sadece birkaç örnek verdik. İçeriklerdeki ortak cümlelerden de anlaşıldığı üzere nasıl bir öfke ve hezeyanla tepki verdi ise arka arkaya attığı Twitlerinde hep aynı sabit ifadeler yer almış.
Elpidophoros Lambriniadis’in 22 Haziran 2020 Pazartesi saat 23.00'te Yunanistan ERT1 televizyonunda gazeteciler Fanis Papathanassiou ve Nicole Livadari ile yaptığı bir röportaj yayınlandı. Elpidophoros röportajında ABD Yunan Diasporasının geleceği hakkında Yunanistan'la olan güçlü bağlarından bahsederken, Türkiye'nin provokasyonundan endişe duyduğunu da ifade etmişti.
Helen Olmayan Taraflardan Gelen Ayasofya Tepkileri
Başta ABD olmak üzere Helenseverler de ellerinden geleni yaptı. Tehditler, aba altından sopa göstermelerin sonu gelmedi. Bu baskılar neticesinde Türkiye’nin Ayasofya’nın değişiminden korkacağını zannedenler çoktu. Bugün ise haber sitelerinde başta Yunanistan siyasetçileri olmak üzere hezeyanlar yer almakta.
Rusya’nın Ayasofya Hassasiyeti
ABD’nin desteğindeki Rum Patrikhanesi ile Rusya’nın bir devlet kurumu gibi çalışan Moskova Patrikhanesi’nin geçtiğimiz iki yıl içinde Ukrayna Kilisesi üzerinden büyük kavgalarına şahit olduk. Ancak konu Ayasofya’ya geldiğinde aynı sesten konuştuklarına son iki hafta içinde şahit olduk.
Ruslar için Ukrayna çok önemlidir. Zira Rus Çarlığı’nın kurulması bugün Ukrayna toprağı olan Kiev’de gerçekleşmiştir. Rus dini tarihindeki en önemli figür ise Prenses Olga’dır. Kiev’in Prensesi Olga Rusların Hıristiyanlaşmasındaki en önemli figürdür ve (geç bir yaşta) 957'de İstanbul’a yaptığı ziyarette Ayasofya’da vaftiz edilmiştir. Prensesi Olga’nın ölümü 11 Temmuz 969’dur. Ruslar 11 Temmuz’u büyük bir ayin olarak kutlamaktadır. Rusya’da Hıristiyanlık Olga'nın torunu 1. Vladimir tarafından resmi olarak 988’de kabul edilmiştir.   
6 Haziran’da Moskova Patrikhanesi Dışişleri Sorumlusu Volokolamsk Metropoliti Hilarion basına verdiği bir demeçte "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ayasofya'nın müzeden camiye dönüştürülmesi konusunu işleme koyma emri hakkındaki bilgilerin endişe verici” olduğunu söyledi. Hilarion ilerleyen günlerde de Ayasofya ile ilgili söylemlerine dozunu arttırarak devam etti.
ABD’nin Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu  Raporu
ABD’de Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu (USCIRF) adlı bir kuruluş var; her sene bir rapor hazırlıyor ve ABD Hükümeti’ne sunuyor. Bu kurum: 1998 tarihli ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Yasası kapsamında kurulmuş. Başında ise ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Sam Brownback bulunuyor.
Aslında bu raporun uluslararası diplomaside hiçbir bağlayıcılığı yok’ Çünkü rapor sadece tavsiye niteliğinde. Ancak bu rapor ABD tarafından “Algı Yönetimi” olarak kullanılan önemli bir argüman! Bu raporda başta Rum Patrikhanesi üzerinden olmak üzere her sene Türkiye aleyhine ifadeler yer alıyor. ABD’nin “Helenseverliği” dikkat çekiyor!
Geçtiğimiz sene 21 Haziran 2019’da aynı şekilde bir önceki senenin “Dini Özgürlükler Raporu” açıklanmıştı. O zaman diliminde Türkiye’ye bir hasım gibi her açıdan saldıran ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bu raporun açıklamasında bulundu ve hatta Türkiye ile ilgili bölümleri ABD’nin Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Sam Brownback ile birlikte sundu. Pompeo sözü Sam Brownback’e bırakmadan önce şu konuşmayı da yapmıştı.
“Ek olarak, İstanbul’daki Heybeliada Ruhban Okulu’nun da derhal yeniden açılmasını tavsiye ediyoruz.Dini özgürlükler konusunda “kabadayılık” yapan herkes için şunu söyleyeyim: ABD sizi izliyor ve hesaba katılacaksınız…
Bu seneki sunum da Mike Pompeo ve Sam Brownback tarafından yapıldı. vABD’nin Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Sam Brownback ise ülkede özel bir konumdadır ve güçlü bir ofisin de uzun zamandır başındadır. Pompes ve Brownback ikisi de bilinen Helenseverler…
Bu seneki rapor ofisin resmi web sayfasında 10 Haziran’da sunuldu. ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu; Türkiye’yi ikinci derece din özgürlüğünü kısıtlayan ülkeler arasında kabul ediyor. Her sene yayınlanan raporlarda yazılan yazılar resmen deli saçması!
Rapora bakarsanız Türkiye’de güvenli gidilebilecek bir kilise bile yok! Tüm Hıristiyanlar zulüm altında… Özüne baktığımızda ise ABD kafayı Rum Patrikhanesi’nin olmayan Ekümeniklik statüsü ile Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmaya takmış durumda.
2019 Raporundan Birkaç Cümle
2019’un Din Özgürlüğü Raporu içeriğinde din özgürlüğü açısından Türkiye'de hiçbir şeyin değişmediğine dair kanıtlar sunmaktadır. Türkiye din özgürlüğü konusunda çok az ilerleme kaydetmiştir veya hiç ilerleme kaydetmemiştir ve geçmiş yıllarda olduğu gibi, dini özgürlükleri korkunç bir şekilde ihlal etmeye devam etmektedir. Uluslararası insan hakları topluluğunun dikkatini Ekümenik Patrikhane ile Türkiye'deki tüm Hıristiyanlar ve diğer dini azınlıkların durumuna yönlendirmek ve Türk Hükümeti’nin, ülkesinde tam bir dini özgürlük sağlaması için tekrarlanan çağrıları dikkate alacağı umudunu yineliyoruz.
Mart ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'daki Ayasofya'nın statüsünün müzeden camiye dönüştürülme olasılığını kamuoyuna açıkladı. Üst düzey ABD hükümet yetkilileri, kamu görevlileriyle ve özel olarak hükümet yetkilileriyle, Ayasofya'yı olağanüstü bir öneme sahip bir alan olarak anladıklarını ve korunmasını karmaşık çok dilli tarihine saygı duyacak şekilde desteklemeye devam ettiler. Hükümet yetkilileri ile konunun öneminin altını çizdiler ve Ayasofya'nın barış içinde bir arada yaşamanın, anlamlı diyaloğun ve dinler arasında saygının bir sembolü olduğunu vurguladılar.
10 Haziran 2020’de yayınlanan 2019 yılı Uluslararası Din Özgürlüğü raporunda Amerikalıların başta Heybeliada olmak üzere Anadolu’daki birçok şehirde istihbarat ve algı çalışmaları yaptıkları da bu raporda ikrar edilmektedir.
--------------------------------------