24 Şubat 2012 Cuma

RUM PATRİĞİN ANAYASA UZLAŞMA ALT KOMİSYON ZİYARETİ ve RUM CEMAAT VAKIFLARINDA SON DURUM

Sene 2009 Aralık sonları… Rum Patriği Bartholomeos, Amerikan “CBS Televizyonu”nda yayınlanan “60 Dakika” adlı programdaki şu ifadesi ile Türkiye’de şok etkisi yaratmıştı: “Türkiye’de kendimi çarmıha gerilmiş hissediyorum...”Patrik Bartholomeos, sıkça tekrarladıkları gibi ayrıca şu sözleri de o programda söylemişti: “Biz Müslümanlardan çok önce buralardaydık…” Bu da sıkça tekrarladıkları ve bir gün İstanbul’un yine Konstantinopolis olmasıyla, Bizans’ın yine ihyasıyla özdeşleşen “Megali İdea” ülküsünün, hayalinin tezahürü idi… 

Yıllarca yazdığımız yazılarda maalesef ülkemizdeki azınlık mensuplarının bir kısmında ve burada tümünü kast etmediğimizin de altını çizerek, bizde oluşmamış olan bir olguya vurgu yaptık… Amerika örneğinde olduğu gibi bireylerin evvelâ Amerikalı, sonra kendi etnik yapısını ortaya koyan bir ruhu sergileyemediklerini teessürle belirttik… Sürekli “başkalaştırılma”nın öne konulduğunu ama Türkiye’den önce Yunanistan’ın menfaatlerini koruyan, evvelâ Yunanlı olan bir yapı ile karşı karşıya olunduğunu ve dînî değil siyasi bir yapılanma içinde olunduğunu hep delilleri ile ortaya koyduk ve “olacak” dediğimiz her husus da oldu. 

2010 ve 2011 yılları, Rum Patrikhanesi’nin belki aklına bile getiremeyeceği kadar fazla edinimler, haklar kazanıldığı bir süreç oldu… Ama her aldıklarının ardından “daha” dediler ve sonra da “daha, daha” dediler ki bunu hâlâ sürdürüyorlar…

Aman dedik! “Yeni Anayasa” sürecinde çok dikkat edilmesi gerektiğini ısrarla vurguladık ve bunu bir kez daha şöyle vurguluyoruz: Tek tek irdelendiğinde masum ve hoşgörü çerçevesinde, “ne olur ki?” şeklinde ve hümanist bir bakış açısıyla bakılabilecek edinimleri alt alta yazınca ortaya çıkan tablonun ürkütücü olduğunu sürekli yazdık durduk…

2009 Aralık’ta “…çarmıha gerilmiş hissediyorum...” diyen ses 20 Şubat 2012’de davet edildiği “TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu”nda şöyle dedi:

Yeni anayasanın hepimizin anayasası olmasını istiyoruz. Biz ikinci sınıf vatandaş olmak istemiyoruz. Maalesef bugüne kadar azınlıklara karşı haksızlıklar oldu, haksızlıklara maruz kaldık. Bütün bunlar yavaş yavaş düzeltiliyor, değiştiriliyor, yeni bir Türkiye doğuyor. Ayrımcılık istemiyoruz, eşitlik istiyoruz. (…) bugüne kadar olan haksızlıkların tekrar olmaması için ricada bulunduk…

Gazetecilerin “Yeni anayasa konusunda somut olarak ne istediniz?” sorusuna ise Patrik Bartholomeos şunları söyledi: 

Biz eşitlik istedik. Eğitimde Ruhban Okulu'nun tekrar açılmasını istedik. Din ve vicdan hürriyeti, ibadet özgürlüğü istedik. İbadet ve eğitim alanına devletin yardımlarını istedik. Çünkü şu ana kadar herhangi bir kiliseye ve azınlık okuluna maddi yardımda bulunulmadı devlet tarafından… (…) Bütün hukukçularımızın, yani bütün azınlıkların hukukçularının yardımıyla hazırladığımız bir metin takdim ettik. Bu metinde bütün bu konular mevcuttur…

TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu üyesi MHP Milletvekili Oktay Öztürk’ün “Türk vatandaşlığınızı nasıl tanımlamaktasınız?” sorusuna ise “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, din, mezhep, dil ve etnik köken gözetilmeksizin Türk’tür. Türklük bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir.” dedi.

İşte tam buraya, Rum Patriği Bartholomeos’un eski söylemlerini “bir başkasının mı?” seslendirdiğini sormak ve de “Batı Trakya ile Yunanistan’daki Türkler için hiç bir zaman işlemeyen mütekabiliyet” ile ilgili çok şey de yazmak mümkün…

Rum Cemaat vakıfları ile ilgili çok önemli bir gelişme var! Rum vakıflarının seçimlerinde doğal olarak o bölgede oturan Rum Cemaati mensubu, TC vatandaşı Rumlar oy kullanıyor ve vakıf yönetimini aday olabiliyor... Bu yöntem; alâkasız bir ilçede oturan bir kişinin başka bir ilçedeki yönetime müdahil olamamasını sağlıyor. Şu şekilde düşünülürse ve bu vakıfların asli işlevlerinin, cemaat mensuplarının dînî ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan kilise ve akarlarının ayakta kalmasını sağlamak olduğu hususundan yola çıkılırsa; bir bölgedeki yönetimlerde de o bölge insanlarının söz sahibi olması en doğru olanıdır.

Rum Patrikhanesi ve Yunan Başkonsolosluğu’nun ortak çalışmaları ile Rum Cemaati mensuplarının neredeyse tümünde ve gizli olarak Yunan Pasaportu (da) vardır. Zira Türkiye’nin Yunanistan ile böyle bir “çifte vatandaşlık” anlaşması bulunmuyor. 60 yaş üstü kişilere ise “Yunanistan Sosyal Yardım ve Sosyal Sigorta Bakanlığı” bütçesinden üç ayda bir (Başkonsoloslukta) “1300 Euro” ödeme yapılır. Bu ödemelerin alınması için gerekli olan gizli Yunan pasaportlarının temdidinin ise ancak mahalli kiliselerden alınacak olur yazısı ile mümkün olduğunu önceki makalelerimizde çok kez yazdık. Patrikhane ve tabi de Yunanistan Muhalif sevmiyor... Pasaportun aidiyeti ve Avroların cazibesi…

Peki, muhalif cemaat mensupları ve vakıf yönetimi var mı? Birkaç muhalif vakıf arasında olan, “Balıklı Rum Hastanesi Vakfı” çok sayıda mülkü ve dolayısı ile kira geliri olan en önemli Rum vakfıdır ve başkanı “Dimitri Karayani”dir çok uzun yıllardır bu vakfın başında olup kendisine efsane başkan denir. Bu vakıf önceki dönemlerde zor durumda ve işlevsiz iken şu an gerçekten fevkalade iyi durumdadır ve de rant düzeylerinin iştah kabartıcı olması nedeniyle bu vakfın yönetimi bir zamandır ele geçirilmeye çalışılıyor, önümüzdeki sonbaharda seçime gitmesi için yönetimin üzerinde çok büyük baskı var. 

Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar Meclisi’nde 2. Döneme girilen bir uygulama ile ise artık bir “Azınlıklar Temsilcisi” bulunuyor ve bu temsilci de 2. Kez seçilen “Pandeli Laki Vingas”tır… Kendisine 25 Mart 2011’de Boyacıköy Rum Kilisesi’nde Rum Patriği tarafından “Archon” ünvanı verilmiştir ve ABD’deki Archonlarla ilişkileri ve Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ile Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik kazandırılması için yapılan çalışmaların organizasyonunu sağlamaktadır. (Laki Vingas için eski yazılarımıza bakınız)

Ve şu anda Laki Vingas, Rum vakıflarının yöneticilerinin “dar bölge”den çıkılarak “geniş bölge“ uygulaması ile seçilmesini yani, aday nerede ikamet ediyorsa etsin yönetime aday olabilmesini sağlamanın çalışmasını sürdürüyor. 

Bu çalışma ise Balıklı Vakfı örneğinde olduğu gibi “aykırı” seslerin olmamasını sağlamaya yöneliktir. Bu noktada vakıf yöneticilerinden hizmet mi isteniyor, yoksa Patrikhane’ye ve Yunanistan’a “biat” mı isteniyor? Bu tartışılması gereken bir husustur… Aslında her vakıf kendi içinde özerktir ve her bir vakıf bir tüzel kişiliktir. Bu durumda; halen tüzel kişiliği olmayan Rum Patrikhanesi tüm Rum vakıflarının yönetiminde “egemen” olursa seçimler niye yapılıyor? Patrikhane’ye vakıflara yönetici atama gibi Vakıflar Kanunu ile tamamen tezat bir görev/yetki de mi yüklenecek?

Laki Vingas’ın bir başka hususta da etkin çalışmaları var. O da “Cemaat Vakıfları Yönetim Kurulu Seçimlerinin Seçim Esas Ve Usullerine İlişkin Yönetmelik” üzerinde son bir “iyileştirme” yapılmasını sağlamak… 

2008’de bu yönetmelikte yapılan bir düzenleme ile daha eski uygulamada, genelde 7 kişi olan vakıf yönetim kurullarında idarenin takdiri ile ve gerektiğinde 7.den daha fazla sayıda yöneticiye mazbata vermesi önlenmişti. 

Bazı büyük vakıflarda -ki özellikle Ermeni Cemaati’nde 7 kişi ile yönetilmesi zor olan büyük vakıflar var- bu uygulama bazı sorunlar yaşatmıştı. O tarihte bir şekilde 7 kişi şartı yönetmelikle sabitlendi ve bunun çıkması için bizim şahsımızın da etkenler arasında olduğu kanaatindeyiz. Zira 1993 ile 2007 yılları arasında “Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı”nda yöneticilik yaptık ve bu süreçte yapılan seçimlerde 2 kez 7 kişiden daha fazla sayıda yönetici mazbata aldı. 

O gün 7.den fazla olmasın diye bağıranlar şimdi de bu sayı az çoğaltalım diye talepte bulunuyorlar. Bu talep; diğer cemaat vakıflarının istekleri değildir ve Rum Patrikhanesi’nin, tüm Rum cemaat vakıflarında egemen olmasını, tamamen kendi adamlarını yerleştirmeye yöneliktir. Dikkat edilirse, sürekli yeni bir bürokratik ya da yasal değişiklik talepleri ardı ardına sıralanmaktadır.

Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde ise ne kadar çok hak alınırsa yetinilmeyeceği son Alt Komisyon ziyaretinden sonra anlaşılmıştır ve “daha, daha” istekler devam edecektir.

İstenen haklar, her Türk vatandaşı ile “eşit” değil “imtiyazlı” bir cemaat doğurmaya yöneliktir ve aklımıza daha sıkça “Batı Trakya” ile olmayan “Mütekabiliyet” gelmeye devam edecektir.

13 Şubat 2012 Pazartesi

PATRİKHANE’NİN TÜZEL KİŞİLİK ve EKÜMENİK OLMA ÇABALARI

 

Son yıllarda Türkiye’nin başını çok ağrıtan bir husus var! Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği ile Ekümeniklik. Gerçi bu konular ile birlikte Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması da sık sık dillendiriliyor ama okulun açılması Ekümeniklik ve Patrikhane’nin tüzel kişilik kazanması hususlarının yanında önem olarak daha alt sıradadır. Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği yoktur ve bu Cumhuriyetin ilânından itibaren sürekli olarak ortaya atılan ya da Türkiye’den talep edilen, Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenik” kabul edilmesi ile doğrudan ilişkilidir. 

Patrikhane tüzel kişilik değildir ama Rum kilise vakıflarının hepsi birer tüzel kişiliktir. Bu bağlamda; söylendiği gibi cemaat mensupları ve vakıf malları ile akarları için resmi kurumlarca yürütülmek zorunda olan işlemlerin aksaması söz konusu değildir. Patrikhane Türkiye açısından dînî bir müessesedir ve Osmanlı dönemindeki cismani ya da idari yetkilere artık ihtiyacı yoktur. Cumhuriyet’in ilânından sonra yapılan düzenlemelerde de buna gerek duyulmamıştır. Cumhuriyet döneminde Patrikhane,  evvela coğrafi sınırlarında bulunduğu Eyüp Kaymakamlığı’na muhatap, sonraki yıllarda kurulan Fatih Kaymakamlığı’nın coğrafi hudutları içinde kalması nedeniyle de şu anda Fatih Kaymakamı’na muhataptır.


Patrikhane’nin tüzel kişiliğinin olmayışı “Ekümenik” yani evrensel (Cihansümül) olma meselesinin de en büyük engelidir. Çünkü Rum Patrikhanesi, Dünya’daki tüm Ortodoksların lideri olma iddiasındadır ancak bu iddia, tüm Ortodoks kiliselerce kabul görmez. Ortodoks dünyasında (Doğu Kilisesi), Katolik Kilisesi’nde (Batı Kilisesi) olduğu gibi Papa’nın ruhani reisliği gibi tek bir ruhani lidere tabi olma durumu bulunmaz. Katoliklikte, tek merkez, tek lider vardır ve Vatikan tüm Katoliklerin dini merkezidir. Bu gün bir Alman, dün bir Polonyalı, ileride bir başka ırktan papa seçilmesi bu nedenle mümkündür. 

Batı Kilisesi “ümmetçi” bir davranış sergiler. Dinî öğretilerde ve faaliyetlerde ulusalcılık ve milliyetçilik ön planda değildir. Amaç olabildiğince insanı kendi kiliseleri çatısı altında sadece inanç yönünden toplamaktır ve bu da misyonerliğin temel felsefesini oluşturur.  Doğu Kilisesi’ndeki ise durum farklıdır. Çünkü burada ümmetçilik yoktur. Ulusalcılık ve milliyetçilik ön plandadır. Misyonerlik ve “Hıristiyanlaştırma” faaliyetleri de neredeyse yoktur. Bulgar, Rus gibi etnik tanımlamalarla adlandırılan patrikhanelerin başındaki dini lider de doğal olarak aynı ırktandır.  Patrikhane ya da başpiskoposluk sıfatlı Ortodoks kiliseleri bu bağlamda millidirler ve Rus Patrikhanesi, Bulgar Patrikhanesi, Sırbistan Patrikhanesi örneklerinde olduğu gibi kurumlarının adları bir ırkı işaret eder.

Ekümenik olmanın en büyük şartı bir Havari tarafından kurulmuş olmaktır. Bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhanenin (Roma, İskenderiye, Antakya) yetki ve sınırları M.S. 325 yılında İznik’te toplanan ilk Ekümenik Konsili’nde tespit ve tayin edilmiştir. Bu konsilin IV-V-VI ve VII. maddeleri Metropolit ve Metropolitlik merkezlerinin imtiyazlarına ilişkindir. Havariler tarafından kurulan ve bu yüzden Hıristiyanlık dünyasında “apostolik kabul edilen bu kiliselerden farklı olarak Konstantinopolis (İstanbul) Kilisesi apostolik bir kilise değildir. Nitekim Ortaçağ boyunca Roma Kilisesi, Batı dünyası üzerinde mutlak bir güce sahipken ve krallara taç giydirirken Bizans İmparatorluğu’nda durum farklıydı. Öncelikle İstanbul Patrikliği’nin gücü dinsel değil Bizans’ın siyasal gücünden geliyordu. Bizans ne kadar güçlü ise Patrikhane de o kadar güçlü idi. Bizans imparatorları “Sezaropapist bir yaklaşımla kilise üzerinde mutlak bir denetim kurarak kiliseyi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaktaydılar ve patrikler üzerinde çok fazla denetime sahiplerdi. Bizans tarihsel sürecinde, patrikler hep emir kuludur. 

Fener Rum Patrikhanesi belki de en rahat dönemini Türkiye Cumhuriyeti tarihi esnasında yaşamış ve yaşamaktadır. Bu sürede patrik olanların neredeyse çoğu ömür boyu patriktir. Rum Patrikhanesi için “Devlet içinde Devlet” (İmperium in imperia) olma durumu belki Osmanlı dönemi için söylenebilir. Patrikhane için söylenen “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter Pares) sıfatlandırması, tamamen Bizans’ın siyasi olarak patrikliği kullanma durumundan ortaya çıkan bir tanımlamadır. Ancak bu iki eski söylemin yanı sıra Bizans döneminde kullanılan ve bir anlamda hadiseye bir açıklık getiren şu söylem göz ardı edilmektedir: “Patriksiz İmparatorluk olmaz” (İmperium sine Patriarcha non staret)

İstanbul’un Fethi ve Osmanlı yayılması ile birlikte Patrikhane bir anlamda gücünü yeniden toplamış ve ruhanî nüfuz bölgesini tekrar genişletmiştir. Bugün Türk tarihçileri Osmanlı hoşgörüsünü vurgulamak adına genelleme yanılgısına düşerek ancak 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bir “Millet Sistemi” ve “Millet Başılığı” statüsünü Fatih dönemine bağlarlar. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul Patrikliğine Bizans dönemindeki haklarını ve itibarını iade etmiştir, ancak tarihî deliller patrik efendiye millet başı statüsü verildiğini ispat etmeye yeterli değildir. Nitekim bugüne kadar Osmanlı arşivlerinde bu tür bir belge bulunamamıştır. Patrikhanenin kendisi de bu yönde bir ferman ibraz edememektedir, ayrıca patriklere verilen fermanlarda da Osmanlı tebaası bütün Ortodoksları temsil ettiğini ima eden “Millet Başı” lafzı yoktur. 1870 tarihli Bulgar Eksarhlığı Fermanı ile de zaten dinî yetki alanı yarıya indirilmiştir.

Rum Patrikhanesi’nin en büyük iddiası kilisenin Havari (Aziz) Andreas tarafından kurulduğudur. Fakat tarihsel verilerde Aziz Andreas’ın bu topraklara geldiği hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bu kilisenin ilk yüzyılda Andreas tarafından kurulmuş olması gerçek olsaydı, o zaman bir havari tarafından kurulan ve Ekümenikliği kabul edilen üç kilise arasında yer alması gerekirdi. Oysaki gerçek o zaman diliminde küçük bir kasaba olan “Bizantium”un sadece bir papazlık olduğu ve Heraklia (Marmara Ereğlisi) Metropolitliği’ne bağlı olduğu hakkında çok fazla kaynak vardır.

Mademki Havari Andreas bu kiliseyi kurdu, o zaman neden 325 İznik Konsili’nde patrikhane olarak yer almadığı da sorulmalıdır. Bu tespit aslında kendi kullandıkları sıfatla da doğrulanmaktadır. Zira kullandıkları san “Konstantinopolis Başpiskoposu ve Yeni Roma ile Ekümenik Patriği” şeklindedir. Evvelâ Konstantinopolis Başpiskoposu, sonra da Yeni Roma ile Ekümenik Patriği sanları sıralanmaktadır çünkü bunlar patrikhaneye Bizans imparatorları tarafından ve bir zaman diliminde tamamen siyasî amaçlarla verilmiştir.

Kısa bir tanımlamayla özetlersek: Fener Rum Patrikhanesi, Hıristiyanlık Tarihi’nde bir havari tarafından kurulmuş elçisel bir kilise, Apostolik bir kilise değildir…

Rum Patrikhanesi, her ne kadar lider olma iddiasında bulunsa da başta Rus Patrikhanesi olmak üzere diğer milli kiliselerin bir kısmı ile de sorunludur. Bunun en büyük örneği geçtiğimiz sene sonunda Aynaroz’daki Yunan ve Rus manastırlarında ortaya çıktı. Sovyetlerin dağılma sürecinde büyük bir güç savaşı yaşandı. Sovyet ve sonrasındaki dönemde, eskiden Rus coğrafyası içinde bulunan ve doğal olarak Rus Patrikhanesi’nin hiyerarşisinde bulunan Ukrayna, Gürcistan gibi kiliselerin doğal ve siyasi/milli bir tepki olarak Rus Patrikhanesi’nden ayrılmaları, bu kiliselerin direk olarak Rum Patrikhanesi’ne bağlanmaları sürecini başlattı. Bu süreçte evvelâ Ukrayna’da sonra da Gürcistan’da ABD destekli olarak Rum Patrikhanesi’nin güç gösterisi ortaya çıktı. Dünya Ortodoks nüfusunun çok büyük bir kısmı Rusya’dadır. Her iki Ortodoks’tan biri Rus’tur. Bu bir şekilde ABD’nin neden Rum Patrikhanesi’ne bu kadar destekçi olduğunu da açıklamaktadır. Tabi ki ABD’nin Patrikhane’ye desteği bu kadar basit bir şekilde açıklanamaz ama en büyük neden; Ortodoksların liderliğinin, en büyük Ortodoks nüfusa sahip Rusya’nın/Rusların eline geçmemesidir. Ukrayna, Gürcistan ve diğer Kafkas ülkelerinde yaşanan güç savaşındaki Rum Patrikhanesi’nin aktifliğini de bu çok yönlü denklem ile bir suretle açıklamak mümkündür.

Ve ABD’nin patrikhane’ye olan desteği 2011 de tavan yaptı. Archonlar diye bir grup da bu süreçte etkin olarak ortaya çıktı. (Eski yazılarımızda bu konuda çokça bilgi bulunmaktadır.) ABD Başkan Yardımcısı ve daha birçok ABD görevlisi de Türkiye’de adeta gövde gösterisi şeklinde ziyaretler yaptılar. Ama en büyük Ortodoks nüfusa sahip ülkenin Devlet Başkanı Putin, İstanbul’u da kapsayan Türkiye ziyaretinde, kendine “Ortodoksların Lideriyim”  diyen kişiyi ziyaret etme gereği duymadı…

2012’de Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik yolunda ilerlemek için evvelâ “Tüzel Kişilik” meselesini halletme gayreti içinde göreceğiz. Bir önemli husus: Tüzel kişilik ile Ekümeniklik için AİHM’ye dava açamadıklarıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kaybedilmiş haklarla ilgili bir kurumdur ve Tüzel kişilik ile Ekümeniklik, Rum Patrikhanesi tarafından Türkiye’de kazanılmamıştır… 

AİHM’nin Büyükada Rum Yetimhanesi’nin tapusunu eski üzerinde olan Rum vakfına değil de Patrikhane’ye tescil etmesi ile bir ilk yaşanmış ve tüzel kişiliği olmayan bir yer tapu almıştı. Hemen akabinde Patrikhane hukukçularının, “…bir anlamda tüzel kişilik elde edildi…” şeklindeki söylemlerini de anımsatarak çok önemli bir vurgu yapmak istiyoruz. Patrikhane’nin Yunanistan’da önemli mal varlığı olduğunu eski yazılarımızda dile getirmiştik ama şimdi Türkiye üzerinde de Patrikhane adına mülkler yani tapular tescil ettirme çalışmaları yapılmaktadır. Bir koldan eski kilise ve başka mülklerin alımı (Mudanya’daki Zeytinbağı/Tirilye örneği gibi.) Diğer koldan öğrencisizlikten kapalı Rum okullarının tapularının, (Azınlık vakıfları mülkleri ile ilgili yeni yönetmelikten de istifade ederek) bir şekilde Rum Patrikhanesi’nin üzerine tescil edilmesi için harekete geçilmiştir. Ne kadar çok tapu, o kadar çok tüzel kişiliğe yaklaşma şeklinde bir hareket gözlenmektedir.

Şu hususu da unutmamak gerekir ki Rum Patrikhanesi’ni “Ekümenik” kabul etmek ile Türkiye üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurulmasına rıza göstermek arasında hiç bir fark yoktur. Çok dikkat edilmesi gereken bir başka husus ise “Yeni Anayasa” sürecidir. Çünkü bu süreçte” Tüzel Kişilik” ve “Ekümeniklik” yolunun açılmasına yarayacak bir madde için yoğun çabalar, kulisler yapılıyor…



12 Şubat 2012 Pazar

BOJİDAR ÇİPOF 12 ŞUBAT 2012’DE KADIRGA TV’DE BÖLÜM: 4

  

BÖLÜM 4: Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 12 Şubat 2012’de Karadeniz Kadırga TV’de Muharrem Bayraktar’ın sunduğu “Karadeniz’den Farklı Açı” programına konuk oldu. Bursa/Mudanya/Tirilye ile Trabzon/Sümela’da Rum Patrikhanesi’nin faaliyetlerini ve Ekümenizm hakkındaki görüşlerini açıkladı

BOJİDAR ÇİPOF 12 ŞUBAT 2012’DE KADIRGA TV’DE BÖLÜM: 3


BÖLÜM 3: Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 12 Şubat 2012’de Karadeniz Kadırga TV’de Muharrem Bayraktar’ın sunduğu “Karadeniz’den Farklı Açı” programına konuk oldu. Bursa/Mudanya/Tirilye ile Trabzon/Sümela’da Rum Patrikhanesi’nin faaliyetlerini ve Ekümenizm hakkındaki görüşlerini açıkladı

BOJİDAR ÇİPOF 12 ŞUBAT 2012’DE KADIRGA TV’DE BÖLÜM: 2

   

BÖLÜM 2: Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 12 Şubat 2012’de Karadeniz Kadırga TV’de Muharrem Bayraktar’ın sunduğu “Karadeniz’den Farklı Açı” programına konuk oldu. Bursa/Mudanya/Tirilye ile Trabzon/Sümela’da Rum Patrikhanesi’nin faaliyetlerini ve Ekümenizm hakkındaki görüşlerini açıkladı

BOJİDAR ÇİPOF 12 ŞUBAT 2012’DE KADIRGA TV’DE BÖLÜM: 1


BÖLÜM 1: Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 12 Şubat 2012’de Karadeniz Kadırga TV’de Muharrem Bayraktar’ın sunduğu “Karadeniz’den Farklı Açı” programına konuk oldu. Bursa/Mudanya/Tirilye ile Trabzon/Sümela’da Rum Patrikhanesi’nin faaliyetlerini ve Ekümenizm hakkındaki görüşlerini açıkladı