6 Aralık 2010 Pazartesi

ÜÇ AYA SOFYA ve YUNAN MEGALO İDEA'SI


Ülkemiz son günlerde, evvela İsrail’in uluslararası sularda yaptığı saldırı ve sonra da bölücü terör örgütünün eylemleri ile çok yoğun bir gündem altında yaşamaktadır. Bu gelişmeler süregelirken medyada çok satır arası bir haber çıktı. 15 Ağustos 2010’da, Trabzon Sümela Manastırı’nda bir ayin için verilen izinle ilgili olan bu haber şu başlıkla verildi: “Sümela'da ayinin şartları belirlendi.”[1] 

Haberin devamı ise şöyleydi: “Trabzon'un Maçka İlçesi sınırlarında bulunan Sümela Manastırı'nda 15 Ağustos'ta yapılacak ayine, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kısıtlama getirildi. Manastırda düzenlenecek “dini içerikli etkinliğin”, ziyaretçi sirkülâsyonuna engel olmaması, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla dış avlu kısmında, Valilikçe belirlenecek saatlerde yapılması istendi.”

Hümanist bir bakışla şu denebilir: “Ne güzel bak ülkemizde her dine son derece saygı ve hoşgörü var ve bu bağlamda insanlara istediği yerde ibadet yapma izni veriliyor.

Bunu iyi niyetle diyen ve hakikaten iyi niyet besleyenlerimiz çoktur. Ancak gerçek bu değildir ve adım adım ilerleyen Yunan/Rum “Megali İdea”sı amaçlarınca uygun bir talebe, Devlet organları hümanist bir yaklaşımla izin vermiştir. Aslında, Anadolu’nun birçok yerindeki metruk kiliselerde belli zamanlarda ayinler yapılmakta ve başta Rum Patriği Bartholomeos olmak üzere burada Yunan/Rum din adamları gövde gösterisi yapmaktadır. Ne yazık ki bu ilçelerin, beldelerin başta belediye başkanları olmak üzere yerel mülki erkân da yardımcı olmakta, hatta yanlarında yer alarak bu gövde gösterisine katkıda bulunmaktadırlar. Bu yardımlar turist gelecek ve para kazanılacak adı altında çok yandaş bulmaktadır.

Bu adamlar hiçbir şeyi plansız ve programsız yapmazlar.” Bu deyişi birçok yazıda farklı söylemlerle ifade etmişizdir. Bu makale; “Üç Aya Sofya” gerçeği ve bunun “Megali İdea”daki yeri hakkındadır. Makale okunduğunda, bu metruk alanlarda yapılan ayinlerin “Din ve İman Adına” değil de “İdeolojik” etkinlikler olduğu ve bir planın parçalarının yavaş yavaş yerine getirilmesi olduğu görülecektir.

Komplo teorileri mi üretiliyor? Kesinlikle olmadığına inanabilirsiniz. Türkiye, o kadar ince ayrıntı ve ileriye dönük yatırımlarla karşı karşıya ki… Rum Patrikhanesi’nin, tabi Yunan Hükümeti’nin de Türkiye üzerindeki emelleri çok büyüktür. Komşuluk dostluk sözleri ise sadece söylemseldir. Eylemdeki her nokta, her adım çok büyük titizlikle ve hiçbir ayrıntı göz ardı edilmeksizin değerlendirilmektedir.

Bu arada, yasalarımıza aykırı olan bir husus hakkında gelişmeler var. Yasalarımıza göre; yabancı uyrukluların Sen Sinod üyesi olamayacaklarına karşı bir çözüm getirilmek üzeredir. On iki kişi olan, Rum Patrikhanesi Sen Sinod Meclisi’nin altı üyesi uzun bir zamandır T.C. vatandaşı olmayan kişilerden oluşmaktadır. Ben bu yasadışı yaptırım için 2007 yılında dava açtım. Suç duyurumun ret edilmesi üzerine, bir üst mahkeme olarak Ağır Ceza Mahkemesi’ne gittim. Buradan da ret çıkınca usul gereği numara numara üste çıkarak dosyamı tüm Ağır Ceza Mahkemeleri’nde devam ettirdim. Maalesef bu çabamdan bir sonuç alamadım. Benden sonra eski bir belediye başkanı da aynı şekilde dava açtı ama onun davası da akamete uğradı.

Bu süreçte konuştuğum tüm yetkililer bunun yasalara uygun olmadığını ifade ettiler. Ayrıca birçok Hükümet mensubu da süreçte, bunun doğru olmadığı şeklinde beyanlarda bulundular. Ama adamlar geri adım atmadı ve bildiğini okudu. Altı yabancı üyenin görevine ısrarla son vermediler. Süresi dolanların yerine yine yabancı papazlara görev verdiler. Şimdi bu yasa dışılığa, bu adamları Türk Vatandaşı yaparak son verilecektir. Bu yabancılar Türk Vatandaşlığını aldıkları anda yasal statü sağlanacaktır. Nerede kaldı Batı Trakya’daki soydaşlarımızın hakları? Nerede kaldı seçilmiş Müftülerin hakları? Nerede kaldı mütekabiliyet esası?

Bu işin sonu aslında hiç de iyi değildir. Çünkü bu şekilde, ileride yabancı uyruklu bir metropolitin Rum Patriği olmasının yolu açılacaktır. Buna çok dikkat edilmelidir.

İki noktaya daha dikkat çekmek gereklidir. Dünya’da hiçbir ülkenin anayasasında, (Yunanistan hariç) bir komşu ülke için ilgili madde yoktur.  

Yunanistan bugünkü bildiğimiz coğrafyasında tesadüfen kurulmuş bir ülkedir. Yunanistan; bir AB üyesi olmasına karşın kökten dinci bir ülkedir. Megali İdea’ya göre merkezi İstanbul olan “Büyük Yunanistan”ı kurmak iken bu amaç gerçekleşememiş ve 1814 Filiki Eterya ile başlayıp 1821’de –Yunanlılara göre- hüsranla biten maceradan sonra gelişen bir takım olaylar sonucunda kurulmuş bir ülkedir.

Yunanistan Anayasası’nda belki de başka bir ülkede örneği bulunmayan maddeler bulunur. Bunlardan 3. madde özetle şöyledir: “Yunanistan’ın resmi dini Ortodoksluktur, dinin başı Konstantinopolis’tedir (İstanbul)”

Hakikaten başka hiçbir ülkenin anayasasında böyle bir komşu ülkeyle ilgili madde yoktur ve bu madde hem “bölücülük” hem yayılmacılık içermektedir. Megali İdea’nın söylemlerinin en önemlisi olan, İstanbul’un bir gün mutlaka Helen olacağına işaret olarak, İstanbul için Yunan Anayasası’nda “Konstantinopolis” denmiştir.

Poli” Yunancada “Şehir” anlamındadır. Ama bugün Yunanistan’da “Poli” sadece İstanbul anlamını taşır. Bir kişi “Poli” dediğinde birincil anlam İstanbul’dur. Megali İdea ve Üç Aya Sofya bağlantısına değinmeden son bir noktaya da işaret etmek lazım. Önceki cümlelerde, hiçbir adımın, girişimin boşa yapılmadığına değinirken, ülkemizde maalesef gerçekler ya da yapılanlar bilindiği halde bazı noktaların tam olarak ne anlam ifade ettiği anlaşılamıyor.  Bunlardan bir sentez çıkarılamıyor.

Turist gelecek diye sevinen beldelerimizden birisi olan Ayvalık’taki Ali Bey (Cunda) Adası’nda her sene yapılan “masum” ayinler, aslında masum olmayan etkinliklerdendir. Cunda Adası’nda tarihte Anadolu’da kurulan ilk “Ruhban Okulu”nun kalıntısı vardır. Burası Yunanlılar/Rumlar için çok önemli bir simgedir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun daha ortada olmadığı bir tarih diliminde Papaz İkonomos’un, Sarayı kandırarak burada kurduğu bu okulda ilk Türk karşıtı militan papazlar yetiştirilmiştir. Patrik Bartholomeos, aslında (kendi açılarından) çok iyi sürdürdüğü görevinde, Cunda Adası’na da fevkalade önem vermiştir ve burada da bilinen ayinlerini tertiplemeye başlamıştır.

Çok mu komplo teorisi var, senede bir gün ve son derece insani bir ayine izin veriliyor ne var bunda? Bunlar hep birbirine bağlı hususlar ve sentezi de aynı şekilde yapılmalıdır. Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisi’nde, Cunda Adası Metropolitliği de var. Denebilir ki, Anadolu’da üzerinde Rumluğun eseri kalmamış yerlerin adına metropolitler zaten var ve bu da onlardan biri…

Aslında hiçbir metropolitlik adı tesadüfen ve öylesine konmamıştır. Hepsinde bir anlam ve ileriye yönelik niyet bulunmaktadır. Hepsinde de bu yerlerin günümüzdeki adları değil eski Bizans adları kullanılmaktadır. Bu bağlamda; Cunda Adası Metropoliti olan metropolit aynı anda, Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu metropolittir ve sembolik makam odası da Heybeliada Ruhban Okulu’nun içindedir. Bu bir tesadüf ise burada yazılanlar komplo teorisidir. Değilse üzerinde çok dikkat edilmesi gereken bir husustur.



ÜÇ AYA SOFYA VE MEGALİ İDEA BAĞLANTISI

Megali İdea; üç kıtada düşlenen Büyük Yunanistan’ı kurma isteğidir ve en büyük istek Anadolu’nun ve Marmara’nın Helenleştirilmesidir. Megali İdea; büyük fikir, büyük ülkü anlamında olup, söylemlerinin en ön plana çıkanı: “Bir gün Üç Aya Sofya’da tekrar ayin başlarsa, Megali İdea gerçekleşecektir” şeklindedir.

Birinci Aya Sofya: MS. 325 yılında İznik’te 1. Hıristiyanlık Konsili yapıldı. Bu konsilde; bu gün Hıristiyanlığın en önemli kararları alındı. Bunların en önemlisi, “Baba, Oğul, Kutsal Ruh” kavramının kabulü oldu. Bugün Hıristiyanlığın en önemli amentüsü o konsilde alınan bu karardır. 1. Aya Sofya İznik’tedir. Şimdi bu konuyu takip edenler ya da arşivleri hatırlayanlar, geçmişte burada Rum Patrikhanesi tarafından birçok ayin yapıldığını anımsayacaklardır. 1. Aya Sofya’da, Bizans sonrası ayin yapılmıştır.

İkinci Aya Sofya: Sümela Manastırı’nın Hıristiyan Dünyası’ndaki bir adı da “Virgin Mary Monastery”dir. (Bakire Meryem Manastırı) Bu manastırın, MS.375’ten sonra inşa edilmeye başlandığı bilinmektedir. Bir manastır ya da külliye şeklinde inşa edilen Hıristiyan dini yapıları, içerisinde birden fazla kilise içerebilir. Bunlar büyük kilise ya da kilisecik (pareklis) olarak yapılmışlardır. Kilise ya da kiliseciklerin hepsi ayrı bir aziz ya da azize adına kutsanırlar. Bu işlem; dini mekânın inşasından sonra yapılan ilk dini törende icra edilir ve o törende kiliseye seçilen aziz ya da azizenin adı verilir. Bu açıklama; Sümela’nın içinde de bir Aya Sofya Kilisesi bulunduğunu ve bunun Sümela adı ile bir kavram kargaşası yaratmadığını vurgulamak adına yapıldı. Bu arada bir ayrıntıyı da atlamamak gereklidir. Trabzon’da günümüzde Aya Sofya Müzesi olarak bilinen başka bir kilise daha vardır. Bu Aya Sofya daha sonraki bir tarihte bölgede egemen olan Komnenos Hanedanı’ndan birinin, İstanbul’daki Aya Sofya’ya rakip olarak yaptırdığı bir kilisedir. Bir coğrafi alanda aynı adı taşıyan birden fazla kiliseler daima olmuştur.

Şimdi, 15 Ağustos’ta Kültür Bakanlığı’nın verdiği izinle tekrar Sümela’da ayin yapılacaktır. Bu iznin kısmi olarak verilmesini iyimser bir bakışla görmek gerekir. Örneğin Efes ve Ayvalık’taki gövde gösterileri örnek alınarak, 15 Ağustos’ta, Sümela için verilen ayin yapma izninin daha temkinli verilmiş olması mümkündür. Yunan Megali İdea’sının “Üç Aya Sofya’da tekrar ayinleri başlatmak” doktrini göz ardı edilmemeli ve zaman zaman ayine açılan bu iki tarihi mekânda, Rum Patrikhanesi tarafından organize edilen ayinler dikkatle izlenmelidir.

Üçüncü Aya Sofya: Bu bildiğimiz, İstanbul’daki Aya Sofya’dır. Burası; MS. 532-537 yılları arasında inşa edilmiştir. Tarihlere bakıldığında tabi ki tarihi değerlilik olarak İznik daha üsttedir. Ancak burası Bizans İmparatorluğu’nun ana kilisesi olarak yüzyıllarca hizmet vermiştir. Tüm Dünya’daki Hıristiyanlar için de büyük önemi vardır. Artık sıra İstanbul’daki Aya Sofya’ya gelmiştir. Burada ayin yapabilmenin koşulları oluşturulmaya çalışılmakta, bunun nasıl bir sempatik sunuşla ortaya konulması düşünülmektedir. Biraz tarihe doğru geri dönersek, Aya Sofya’nın camiden, müzeye dönüştürülmesi sürecinin aslında bazı dış baskılarla da sağlandığı, nerelerden telkinler yapıldığı görülecektir. Camiden, müzeye dönmesi dahi Hıristiyanlar arasında çok fazla sevince sebep olmuştur. Bu konuda, bu dönüşüm tarihlerindeki Yunanistan gazetelerine bakmak da yeterlidir. Bir Yunan kaynağından alınmış “Minaresiz Aya Sofya” sanırım bu “masum” isteği sergilemektedir.

İstanbul’daki Aya Sofya ile ilgili olarak ülkemiz dışında akıl almaz çoklukta yayın, dernek, sivil toplum örgütü ile çok sayıda web sitesi bulunmaktadır. “İdea”nın bu fotoğrafta görüldüğü gibi “minaresiz” bir Aya Sofya’ya tekrar kavuşmak olduğunu bilmemiz gereklidir. Bunu bir komplo teorisi olarak görmemeli ve tehlikeye karşı temkinli hazırlıklı olmalıyız.

Sıra artık 3. Aya Sofya’dadır.